Moskova

Moskova

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Rusya'nın yer altı sarayları

Zeynep Kılıç, İstanbul, Zaman

Bir şehri güzelleştiren, sokaktaki görkemli yapılar olmayabilir her zaman. Bazen yerin altı da şehre ruh ve kimlik katar. Tıpkı her bir istasyonu saray gibi olan Moskova Metrosu gibi.

‘Dünyanın en büyük metrosu'nu anladık, ‘dünyanın en eski metrosu' kategorisi de gayet makul. Peki ‘dünyanın en güzel metrosu' deyince bir an duraklamamız neden? ‘Bir metro, ne kadar güzel olabilir ki' diye düşünmekten mi? Normal şartlarda herhangi bir metrodan indikten sonra ayaklarımızın otomatikman çıkışa doğru yönelmesinden mi? Ya bunun tersi bir durum söz konusu ise... Gelmek istediğimiz yere ulaşmamıza rağmen dışarı çıkmak için hiç de acele etmiyorsak, mimarisinin ihtişamından gözlerimizi alamamışsak… Üstüne üstlük onlarca metre altındaki müzevari istasyonlarını dolaşmak için turistik geziler düzenleniyorsa, orası ‘dünyanın en güzel metrosu' unvanını fazlasıyla hak ediyor demektir. Ve orası Moskova Metrosu'nun ta kendisidir. Güzelliği hem saraylara layık mimarisinin estetiğinden hem de her istasyonunun ayrı bir hikâyesi olmasından gelir. 1935'ten bugüne; her bir yolcu adedince acı-tatlı anılar, hüzünler, sevinçler taşıyan bu hattın dünyanın en güzel metrosu olduğu konusunda herkes hemfikir. Kullanıma açılması 1935 yılına dayanan metronun inşaatı 1931'de dünyanın en acımasız diktatörlerinden biri olarak bilinen Josef Stalin'in direktifiyle başlar. ‘Bazen de kötüleri, güzelliklere vesile kılan' kaderin işidir olan biten. İlk açıldığında sadece 13 istasyonu olan hattın durakları geçen yıllarla birlikte artar. Artık 195 istasyonu ve günde yaklaşık 10 milyon kişiyi taşımasıyla aynı zamanda dünyanın en çok yolcu taşıyan metrosudur. Devrimle özdeşleşen metro fikri aslında ilk olarak devrimden önce gündeme gelir. 1902 yılında hazırlanan ilk proje, tarihî dokuya zarar vereceği gerekçesiyle engellenir. 1912 yılındaki ikinci proje ise 1. Dünya Savaşı ve ardından devrim olmasıyla rafa kalkar. Stalin'e nasip olan metro inşaatı için o dönem Sovyetler Birliği'nin dört bir yanından erkek ve kadın işçiler getirilir. Ayrıca Kızıl Ordu ve Komünist Gençlik Birliği'nin (Komsomol) 13 binden fazla üyesi de metro yapımına katılır. Hatta birazdan bahsedeceğimiz istasyonlardan biri olan Komsomolskaya bu kişilerin anısına inşa edilmiş.

Rusya'ya turist olarak gideceklere sıkı sıkı tavsiye edilir: “Moskova'ya şöyle gitmişken bir uğra, Kızıl Meydan'dan başka göreceğin fazlaca bir şey yok. Zamanının çoğunu Saint Petersburg'da geçir.” Rusya'dan henüz dönmüş bir kişi olan ‘bu satırların sahibinin' de naçizane bir tavsiyesi vardır ki, dileyen dikkate alır: “Moskova metrosunun en az beş istasyonunu ziyaret etmeden yapılan Rusya seyahati, eksik bir seyahattir.” 195 istasyonun hepsini anlatmak mümkün olmasa da en çarpıcı birkaç istasyonundan bahsedelim ki, gideceklerin seyahati eksik, gitmeyecek olup da merak edenlerin ise gönlü kalmasın.

Lenin ve Stalin her yerde

Moskovalı olsam canımın sıkkın olduğu zamanlarda Kiyevskaya İstasyonu'na gider, turistlerin bu durağı ilk gördükleri o şaşkınlıkla dolu ana şahitlik etmek isterdim. Muhteşem mozaikleri, opera salonunu andıran duvar işlemeleri ve ihtişamlı avizeleriyle karşılaştığı anda, ağzı açık etrafa bakınıp hemen fotoğraf makinesine sarılarak bir anda Japon turiste dönüşen kendimden biliyorum. Kievskaya, dünyadaki en güzel 10 metro istasyonu arasında yer alıyor. Yapılış tarihi 1954. Stalin devrinden sonra tamamlanan ilk metro istasyonu olması bakımından henüz genç sayılıyor kendisi. Nitekim tevellüdü Rusya'da çok sık dile getirilen ‘O kadar yaşlı ki Lenin ve Stalin'i bile görmüş' deyimine uymuyor. Stalin devrinden sonra tamamlansa da Sovyet sanatının tüm özelliklerini içinde barındırıyor. Geniş boş alanlar ve bol bol sanat… Nikita Kruşçev'in göreve gelmesinden sonra tamamlanan istasyonun meşhur mozaiklerinin çok büyük kısmında Ukrayna temalı görsellerin olması tesadüf değil. Ukrayna asıllı Kruşçev'in köklerine olan bağlılığı iyi biliniyor. Tamamına yakını 1917 Ekim Devrimi'ne adanan mozaikler arasında Lenin, Stalin ve Troçki üçlüsünün yer aldığı mozaik en dikkat çekenlerden.

Savaşta sığınak olarak kullanılan istasyon

Mayakovska'yı diğer istasyonlardan ayıran özelliği, geometrik desenlerin yoğun olduğu ve simetri içinde asimetrik öğeler barındıran iç mimarisi. Art deco akımının güçlü etkileri bulunuyor. Hava baskınlarına karşı sığınak olarak kullanılmasıyla II. Dünya Savaşı sırasında büyük bir üne kavuşan bu istasyon, Stalin'in Ekim Devrimi'nin yıldönümünde yani 7 Kasım 1941'de parti liderleri ve sıradan Moskovalıları çok büyük bir buluşmada bir araya getirdiği mekân olarak da tarihe geçiyor.

Bir Sovyet propaganda aracı olarak metro istasyonları!

1935'te hizmete başlayan Komsomolskaya istasyonu, Moskova metrosunun açılan ilk hattı olan kırmızı hatta bulunuyor. En dikkat çeken özelliği, sarı duvar boyamaları ve aynı tonlarda olan sütunları. Barok stilinin hakim olduğu bu durak, her an bir yerlerden kabarık elbiseleri ve sütun gibi fraklarıyla kadınlar ve erkekler çıkacakmış hissi veriyor. Mozaiklerde ise pek çok istasyonda olduğu gibi Sovyet halkının günlük yaşamı ve Rusların tarih boyunca verdiği bağımsızlık savaşları temsil ediliyor.

Yıkılan kilise duvarından istasyona…

Rusya denince akla gelen ilk şeylerden biri de dünyaca ünlü Bolşoy Tiyatrosu. İşte Bolşoy'un da aralarında olduğu irili ufaklı onlarca tiyatronun üssü konumundaki Teatralnaya Meydanı'na çıkan istasyon da Moskova metrosunun en ünlülerinden. 1938 yılında hizmete açılan istasyonun içi komünist rejim yönetime gelince yıktırılan Christ The Saviour Katedrali'nin mermerleriyle yapılmış. Tavanlarda Sovyetler Birliği'nde yaşayan farklı kültürlerin ulusal giysileri yle resmedildiği kabartmalar var. Ayrıca birçok başka istasyonda olduğu gibi Sovyet propagandası amaçlı resimler burada da duvarları süslüyor. Kristal büyük lambalar ve bronz çerçeveli tablolar ise metro istasyonunun ismine yaraşır bir mekânda olduğunuz hissini veriyor.

Rengarenk vitraylarıyla Novoslobodskaya

Görsel açıdan en güzel istasyonlardan biri de Novoslobodskaya İstasyonu. Onu diğer istasyonlardan farklı kılan özelliği, Letonyalı sanatçılar tarafından yapılmış 32 adet rengarenk vitrayları. Pavel Korin'in ‘Dünyada Barış' isimli mozaikleri de bu istasyonda bulunuyor.

En derin istasyon

Moskova metrosunu dünyadaki diğer metrolardan farklı kılan bir başka özelliği de yeni istasyonlarda dahi estetiğe ve herkes tarafından dile getirilen ‘saray gibi' nitelemelerine uyacak mimariye sahip çıkılması. Bu durumun iki örneği 2003'te açılan Park Pobedy ve 2010'da açılan Dostoyevskaya durakları. Park Pobedy Durağı, yerin 97 metre altında olması itibarıyla Moskova'nın en derin, dünyanın ise en derin üçüncü metro istasyonu unvanını taşıyor. Rus sanatçıların elleriyle tasarlanan yapıtlar metro duvarlarını süslüyor. Islakmış hissi veren mermerlere yansıyan simetrik öğeler bakana görsel şölen sunarken, istasyondaki mozaiklerden birinde 1945'teki büyük zafer resmediliyor. Ve büyük ustanın isminin verildiği Dostoyevskaya Durağı... İstasyonun açılışı, metro hattının 75. yıldönümü kutlamalarına denk getirilmiş. Duvarlarında Dostoyevski'nin siyah beyaz mozaiğinin yanı sıra Budala, Karamazof Kardeşler, Suç ve Ceza gibi ölümsüz eserlerin karakterlerine yer verilmiş. Metro durağının bulunduğu yer aynı zamanda Dostoyevski'nin evinin de bulunduğu yer.

Patron işe, hanım eve çağırıyor!

* Latin alfabesiyle yazıldığında bile okunması kolay olmayan istasyon isimlerinin yazıda geçen şekilleriyle karşınıza çıkacağını zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Tamamı Kiril alfabesiyle belirtilen durak isimlerini anlamak pek kolay değil. İneceğiniz durağın ismini resim olarak hafızaya kaydetmek iyi bir fikir olabilir. Ya da karşılarında Latin harflerinin yer aldığı bir Kiril alfabesi edinip şifre çözer gibi okumaya çalışmaktan başka çare yok gibi görünüyor.

* Moskova Metrosu'nun belki de en ilginç özelliklerinden biri metro içlerinde yapılan anonslar. Yaklaşılan durağa dair yapılan anonsların kadın ya da erkek tarafından seslendirilmesi aynı zamanda hangi yöne doğru gittiğinizin ipucunu veriyor. Görme engelli yolcular düşünülerek kurulan sistemde şehir merkezine doğru gidiyorsan anons olarak erkek sesi, şehrin merkezinden uzaklaşıyorsan kadın sesi duyuyorsun. Ruslar hafızada kolay kalsın diye espriyle karışık şöyle bir mantık bile kurmuş: “Patron işe çağırıyor, eşin eve çağırıyor.”


* Moskova'da birden fazla gün kalacaksanız tek tek bilet almaktansa toplu bilet almak daha mantıklı. 11 kez binme hakkı veren kartların fiyatı yaklaşık 18 TL'ye denk geliyor. Bir güzellik de, metronun içinden hiç çıkılmadığı takdirde tek bir biletle 12 hattın tamamını ziyaret etmenin mümkün olması.

Moskova’da şu sıralar mutlu olmak için 10 neden


Kaynak: http://www.moskovalife.com/ 

Her yerde kriz… Aldığımız nefes, ettiğimiz muhabbet! Rusya’da en son 1998’de böylesi bir ortam yaşanmıştı. Şimdi “daha ağır çekim” olsa da yine derin kriz havasını teneffüs ediyoruz. Ama her şeye iyi tarafından, olurundan bakmaya çalışmak lazım. İşte MoskovaLife.Com olarak size “Moskova’da şu sıralar mutlu olmak için 10 neden” listesi hazırladık.

1-Dolar çıldırınca kiralar ucuzladı; az şey mi?

2-Eskiden burnundan kıl aldırmayan küstah ev sahibi profil gitti, yerine “Yeter ki çıkmayın” diye ricacı olan ev sahipleri geldi… Mutlu olun!

3-Türkiye’de vaziyet her anlamda o kadar kötü ki, “Orada olmamak” bile pek çok kişi için mutluluk nedeni maalesef…

4-Tamam yaz yine yağmurlu, soğuk geçti ama altın bir sonbahar kapıda, Moskova sonbaharda güzeldir!

5-Hala semt pazarları lezzetli domatesler, yerli meyve ve sebzelerle dolu. Sera mallarına mahkum olacağımız günler epey uzakta, tadını çıkarın.

6-Bu yıl Moskova’da dışarı masa sandalye atan mekan sayısı arttı gibi, güneşli günlerin ömrü sayılı, dışarıda güzel havaların kıymetini bilip mutlu olun.

7-Krizin orta yerinde zaman zaman fuzuli kaldırım yenileme harcamaları dahil Moskova Belediyesine kızılsa da, şehir parklar, yollar, yürüyüşe açık sokaklarla güzelleşiyor, bu şehirde mutlu olunmaz mı?

8-Moskova nehrinde tur gemisi gezilerinin son güzel zamanları henüz bitmedi… “Sana bir gün nehirden baktım aziz Moskova” demek ve mutlu olmak için! Üstelik daha pastırma yazı da önümüzde.

9-Kafeler, restoranlar… Dünya kalitesinde mekanlar… Üstelik krizde süngüleri düştüğü için fiyatlar hala makul. Mutlu olun!

10-Koca Nazım, “bacakları gayet güzel, etekleri gayet kısa” diye Leipzig kızları için yazmış ama yazarken bile aklından Moskova manzaraları geçiyor olabilirdi! “Güzele bakmak sevaptır” şehrinde mutlu olunmaz mı?




Uyku Asker-Köpeklerin de Hakkı


Kaynak: http://deligaffar.com/

Fotoğrafımız kuşetli bir tren kompartımanından. Rus ordusuna bağlı iki köpek trenle seyahat ediyor. Bakıcı askerler ile asker-köpekler arasındaki ilişkinin derinliğini görmek açısından ilginç bir görüntü.

Rus ordusunda yaklaşık 6 bin köpek personel bulunuyor. Köpek personel sadece sınır güvenliğinde kullanılmıyor, yük ve insan taşıma, yaralı arama-kurtarma, mayın bulma ve hatta sabotaj gibi işler için eğitilenleri de var.

Köpeklerle çalışacak personel Merkez 470 adlı ünlü eğitim tesisinde eğitiliyor. Rusya’da köpeklerin askeri görevlerde kullanılması 1892 yılında başlamış. Bu işi başlatan Vladimir Durov, hala dünyanın en önemli köpek yetiştiricisi olarak anılıyor.

Sovyet ordusunda görev yapan asker-köpekler 2. Dünya Savaşı sırasında tam 700 bin yaralı askeri kurtarmışlar, 200 binden çok kritik istihbarat mesajı taşımışlar ve 300’den fazla Alman tankını imha etmişler. Tank imhası için yetiştirilen köpekler bu konuda insandan daha başarılıymışlar, çünkü tankların savunma silahları onları göremiyormuş.

Merkez 470’in komutanının bir röportajını okuduğumda hayrete düşmüştüm. Komutan Dimitri Karçevskiy’e göre bugün Rus ordusunun köpek birlikleriyle ilgili yaşadığı en önemli problem köpeklerin genel olarak insanlardan daha akıllı ve dirençli olmasıydı. İnsan askerler, pek çok durumda köpek askerin aklına ve yeteneğine uyum sağlayamıyor, onu yönetemiyormuş. Bunun için Merkez 470’in köpek eğiticisi eğitim programı ülkenin en ağır askeri eğitim programlarından biriymiş. 


Evet, köpekle insanın yaşamı her koşulda ayrılmaz bir bütün, ancak öte yandan, işin başka bir boyutu daha var. İnsanoğlu savaşları icad etmekle kalmıyor onunla birlikte yaşayan hayvanları da bu savaşın içine sokuyor. Bu konu ciddi bir ahlaki sorun olarak hala önümüzde duruyor.

Kaderin Cilvesi


Kaynak: http://www.rusyam.com/

Rus Sineması: Kaderin Cilvesi (Ирония судьбы, или С лёгким паром)

İroniya Sudbı filmlerinin birincisi olan İroniya Sudbı ili S Legkim Parom (Kaderin Cilvesi ya da Sıhhatler Olsun) adıyla 1975 yılında gösterime girdi.

Film, yakında evlenecek olan Jenya’nın yılbaşı gecesi sauna sonrası fazla alkolün etkisiyle ve bir karışıklık  sonucunda farkında olmadan Moskova yerine Saint Petersburg’da kendi evinin aynı adresindeki bir başka eve gitmesi sonrası Nadya ile karşılaşması ve başlarından geçen komik olaylar ve duygusal bir yakınlığın başlamasını konu alıyor.

Burada ayrıca Sovyet döneminin tek tip şehirleşmesi, tek tip mimari, binalar, hatta eşyalar ve yaşamın tekdüzeliğine da inceden bir dokundurma söz konusu.


İroniya Sudbı yediden yetmişe tüm Ruslarca bilinen, sevilen ve yılbaşı döneminin vazgeçilmez geleneği haline gelmiş, uzun süresine rağmen sıkmayan eğlenceli ve sımsıcak bir romantik komedi.



Tretyakov Devlet Galerisi


Kaynak: http://www.rusyam.com/ 

Tretyakov Devlet Galerisi Rus sanatının dünyadaki en önemli müzesidir. Moskova’da bulunan Tretyakov Galerisi, ünlü Rus ikonlarından ve Repin, Vrubel, Kandinsky, Maleviç gibi Rusya’nın dahi sanatkarlarının başyapıtlarından oluşan bir koleksiyona sahip olmasıyla meşhurdur.  Orjinal Tretyakov Galerisi, 19. yüzyıl sonuna kadar uzanan bir Rus sanatı koleksiyonuna ev sahipliği yapmaktadır. Yeni Tretyakov Galerisi’nde 20. yüzyıl Rus sanatçılarının eserleri bulunmaktadır.

Tretyakov Galerisi’nin tarihi:
Tretyakov Galerisi, sanata karşı tutkulu bir ilgi besleyen Rus iş adamı Pavel Mihailoviç Tretyakov tarafından kurulmuştur. Kendi koleksiyonunu Moskova şehrine bağışlamıştır ve 19. yüzyılın sonuna doğru koleksiyonunu sergilemek üzere Tretyakov Galerisi açılmıştır.

Tretyakov Galerisi’nde bulunan sanat eserleri:
Tretyakov Galerisi’nin ana binasında, Andrei Rublev’in ikonları, Repin’in ‘Korkunç İvan ve Oğlu İvan’ isimli tablosu, Kiprensky’nin Puşkin portresi, Borovikovsky’nin Büyük Katerina portresi ve diğer ünlü Rus sanatçılar ile önemli tarihi figürlerin eserlerini kapsayan sanat yapıtları görülebilir.

Tolmachi’deki St.Nicholas Kilisesi:
St. Nicholas Kilisesi, Tretyakov Galerisi’nin bir bölümüdür. Bu kilise Tretyakov tarafından kullanılmaktaydı; şimdi ise kıymetli Rus ikonlarının sergilendiği yerdir.

Yeni Tretyakov Galerisi:
İdari açıdan orjinal Tretyakov Galerisi’ne bağlı olan Yeni Tretyakov Galerisi’nde, sosyalist gerçekçi eserler de dahil olmak üzere modern Rus başyapıtları bulunmaktadır. Ziyaretçiler burada Maleviç’in ‘Siyah Kare’, Kandinsky’nin ‘Kompozisyon VII’ tablolarını, Chagar’ın eserlerini ve diğer modern Rus sanatçıların çalışmalarını görebilirler.

Ziyaret Saatleri hakkında:
Ana Tretyekov Galerisi, Lavrushinsky No:10, Moskova’da bulunmaktadır ve Salı, Çarşamba, Cumartesi, Pazar günleri, 10:00-18:00 saatlerinde ziyarete açıktır. Bilet satışı saat  17:00’da sona ermektedir. Perşembe ve Cuma günleri galeri 10:00 – 21:00 saatleri arası ziyarete açık olmakla beraber saat 20:00 kadar gişelerden bilet temin edebilirsiniz.

GUM: Moskova’nın müze AVM’si



Kaynak: http://www.rusyam.com/
  
Bahar Akıncı, Pegas “Çok Gezenler Kulübü”nde Moskova’nın simgelerinden GUM’u anlatıyor: Kızıl Meydan’ın en can alıcı, en zarif binalardan birisi de GUM. (Ruslar Gum’u yazıldığı gibi okuyor, bilgine). GUM aslında bir AVM’den çok daha ötesi. Kızıl Meydan’ı neredeyse tüm Doğu cephesini kaplayan, iç içe geçmiş galerilerden oluşan, tam 120 yıl önce Neo-Rus tarzda inşa edilmiş, taş, cam ve çelik konstrüksiyon karışımı nefis bir bina. Yapımına 1890 yılında, dönemin ünlü mimarı Alexander Pomerantsev tarafından başlanan GUM, 1893 yılında tamamlanmış.

Moskova’da ziyaret ettiğim, fotoğrafladığım AVM’ler arasında 1200 mağaza ile en büyüğü, cam tavanı, asma katları, şık cafe’leri, mekan içi peyzajı (içini bildiğin çiçek bahçesine çevirmiş Ruslar ki şahane) ile en görkemlisi.

Özellikle Mühendis V. Shukhov tarafından tasarlanan cam tavan, binanın mimarisine benzersiz bir haz vermiş. Bu cam çatı, 14 metre çapında bir yarım daireye dönüşerek gökyüzüne açılan şeffaf bir kafes gibi sarıyor bu kocaman binayı. (GUM yetkililerinin söylediğine göre cam tavanın yapım maliyeti tamı tamına 200 bin Sterlin)
GUM’un meşum tarihi

Aslında GUM, 1812 yılına kadar dünyanın ilk ve ilkel AVM’leri arasında gösterebileceğimiz, yan yana ahşap dükkan ve pasajlardan oluşan bir nevi Kapalıçarşı olarak kullanılmış. Ancak Rusya’nın olumsuz hava şartları ve Kızıl Meydan’da sıklıkla yaşanan don olayları, dükkan sahiplerinin tehlikeli ısınma yöntemleri kullanmasına ve sık sık yangın çıkmasına sebep olurmuş. 1812 yılında, Fransız işgali günlerinde çıkan en büyük yangından sonraysa alışveriş merkezi, tamamen yanıp kül olmuş.

1889 yılına kadar bir dizi onarım geçiren, sökülen, bozulan, yanan, yeniden yapılan ve başına gelmedik kalmayan GUM’un Moskova yönetimi tarafından yeniden inşasına karar verilmiş ve 21 Mayıs 1890 günü, şu andaki GUM’un temeli atılmış. 1890 -1891 yılında çelik konstrüksiyonlu taş duvarlar yükselmeye başlamış. 1893 yılına gelindiğinde ise pasajlar, dükkanlar, astar, iç süsleme bitmiş; merkezi ısıtma ve kendi istasyonu ile toplam 2 bina; 2,5 yıl içinde tamamlanmış.

1917 devriminden sonra alışveriş merkezi devletleştirilmiş ve adı GUM olarak değiştirilmiş. 1928 yılına kadar süren ticari hareketlilik, Stalin’in binayı ofis olarak kullanılmaya başlamasıyla son bulmuş. GUM binası 1932 yılında Stalin’in eşi Nadejda’nın intiharından sonra, O’nun vücudunun sergilenmesi için yeniden halka açılmış. Son olarak 1990’ların başında bir Türk şirketinin restore etmesiyle alışveriş merkezi yeni mağazaları, gösterişi ve şık vitrinleri ile yeniden hayata dönmüş.
Günümüzde GUM

GUM; içine girdiğiniz ilk andan itibaren sanki bir AVM’ye değil de, müzeye, saraya geldim hissi yaratıyor bünyede. Ortadaki büyük fıskıyeli havuza açılan 3 upuzun koridor ve çiçeklerle, 50’lerden kalma bisikletlerle bezenmiş 3 kat; cam tavanla birleşip güneşin ince ince içeri sızmasına ve binanın gün ışığı ile dolmasına sebep oluyor. Giriş katında ağırlıklı olarak Jill Sander, Salvatore Ferragamo gibi tasarımcıların ve Burberry, Max Mara, Etro gibi dünya markalarının mağazaları bulunuyor. Orta katta ise tam anlamıyla bir ayakkabı cenneti! Manolo Blahnik’ten tut da, UGG’a ve Rus markalarına kadar en uygunundan en astronomiğine kadar her tür ayakkabı mağazası mevcut. Armani Café de bu katta. Ancak öğle saatlerinde, iyi bir Rus yemeğini, uygun fiyata yemek istiyorsanız; o zaman da 3. Kattaki no:57’ye çıkacaksınız. Özellikle öğle saatlerinde burası tıklım tıklım. Hoş, GUM her saat dolu, her saat hareketli. 72 milletten insan evladı ile dolup taşıyor. Bu da Moskova’nın bir dünya kenti olduğunun en basit göstergesi gibi.

Gum’un zarif iç dizaynı, ortada fıskiyeli bir havuza paralel 3 katlı 3 koridordan oluşur. Cam tavandan sızan ışık, hediyelik eşya standlarını ve birbirinden şık, gösterişli ve gözalıcı vitrin dizaynına sahip yabancı ve yerli mağazaları aydınlatır. Mağazaların fiyatları yüksek olsa da kalitesi kendini hemen belli eder. ıçeride yeralan birçok restoran, fastfood ve kafede lezzetli yiyecek seçeneklerini bulabilirsiniz. Bu kafelerin içinde hiç kuşkusuz Basco kafe hem Kızıl Meydan manzarası hem de kalitesi ile diğerlerinden ayrılır. Bunun yanı sıra koridorda yer alan açık kafelerde oturup, koridorlarda uçan kuşları ve alış veriş yapanları izleyerek dinlenebilirsiniz.

GUM her gün, sabah 10.00 – akşam 10.00 arası açık. Kızıl Meydan’da kime sorsan gösterir. GUM’a en yakın metro istasyonları ise Ohotny Riyad, Teyatralnaya ve Ploshchad Revolutsi


Aziz Vasil Katedrali



Kaynak: http://www.rusyam.com/ 

Aziz Vasil Katedrali (Rusça: Собор Василия Блаженного) Moskova, Kızıl Meydan’da soğana benzeyen, rengarenk, kubbemsi çatılarıyla ünlü bir katedraldir. Yaygın bir hata olarak Kremlin Sarayı ile karıştırılır.

1555 – 1561 yılları arasında Rus Devleti’nin Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı kazandığı zaferleri kutlamak amacıylaKorkunç İvan tarafından yaptırılmıştır. Değişik şekilde tasarlanmış olan sekiz kubbe, sekiz ayrı zaferi simgelemektedir. Önceleri som altın olan kubbeler 1670’den sonra değişik renklerde boyanmıştır. En uzun kulesi yaklaşık 65 metre yüksekliktedir. Yöre halkı arasında yapının bir İtalyan mimarın tasarımı olduğu, daha sonra yapıyı tekrar etmemesi için mimarın kör edildiği rivayeti dolaşır. Kilise, bugün müze olarak kullanılmaktadır.


Aziz Vasil Katedrali’nin yıldönümü için bina tamamen yenilendi. On yıldır devam eden restorasyon çalışmaları için devlet ve vakıflar 14 milyon dolar mali destek verdi. Korkunç İvan tarafından 1555 yılında kurulması için talimat verilen Katedral 1561’de de ibadete açıldı.

Kremlin

Kaynak: http://www.rusyam.com/

Kremlin (Rusça: Кремль), “kale”, “hisar”, “şato” anlamlarına gelen ve çoğu tarihi Rus kentinin merkezinde bulunan muhkim yapılar bütünü.

En tanınmışları Moskova Kremlini’dir.

Moskova’daki Kremlin Sarayı, devrim öncesinde Rus çarlarının ikametgahıydı.

Moskova Irmağı’ndan 40 m yüksekte bulunan Borovitskiy Burnu üzerinde 28 hektarlık bir alana yayılan, çevresi 20 m yüksekliğinde 2 km’lik bir yalan yapıların en eskisi
Spas na Boru (Ormandaki Kurtarıcı Aziz) Kilisesi’dir.

15. yüzyıl’da ilk Kremlin’in yerine İtalyan mimari anlayışında yeni bir saray yapıldı. 

1487’de Beklemişhev Kulesi,1490’da Borovitskaya Kulesi, Aziz Nikola ve Aziz Flor kapıları eklendi. 

3. İvan döneminde birkaç katedral daha yapıldı. Dini yapılar Bizans, diğer yapılar İtalyan etkisi taşırlar. 

1527’den sonra yapılan değişiklikleri Alman, İngilizve Hollanda’lı mimarlar gerçekleştirdi. 

Kremlin’in önemli yapılarından olan Büyük İvan Çan Kulesi’nin yapımına 1505’te başlanıp 1600’de tamamlandı. Kulede dünyanın en büyük çanı olan 218 ton ağırlığındaki Çar Kolokol (Çanların Çarı) bulunur. 1838-1849 yılları arasında Bolşoy Kremlyovskiy Dvoryets (Büyük Saray) inşa edildi. 1932-1934’te Kremlin Tiyatrosu, 1961’de Kongreler Sarayı yapıldı.

Günümüzde Kremlin, Rusya’nın bir simgesi durumuna gelmiştir.

Rus bayanlardan Türk ve Rus erkeklerinin artıları

Kaynak: http://www.rusyam.com/

Rus hanımların internet üzerindeki en belirgin özelliklerinden biri forum sitelerinde sayfalarca dolusu bilgi yazmaları ve bıkmadan sıkılmadan o yazıları okuyup gayet samimi bir şekilde cevap vermeleri. Türk ve Rus erkekleri ile ilgili de böyle bir yorum havuzu bulduk ve onun çevirisini yaparak sizinle paylaşıyoruz.

Türk erkeğinin artıları

-Türk erkekleri daha çok iltifat ve güzel sözler söylerler.
-Türk erkekleri hiçbir zaman hesabı size ödetmiyorlar. Bunu anlamıyorum.
-Türkler çok bakımlılar. Rus erkekleri de bakımlı ama kilolarca jöle kullanmıyorlar.
-Türk erkekleri Rusça bilmezler. Türkçe öğrenmek veya İngilizce’yi geliştirmek mümkün bu vesileyle.
-Türkler az içki içerler.
-Türk erkekleri çocuklara ve aileye daha çok önem veriyorlar.
-Türk erkekleriyle iletişim kurmak çok basit.
-Türk erkeğiyle birlikte iken yanlış yaptığınızda “kültürü bilmediğimden Aşkım” diye savunabilirsiniz kendinizi. Bu büyük bir kurtarıcıdır çoğu zaman.
-Türk erkeği bir kadının yanında küfür etmez ve saygılı davranır.
-Türk erkeklerinin çoğu güzel şarkı söyler, oyun oynarlar.
-Türk erkeği kendi parasını kazanır.
-Türk erkeği ile tatile yine Türkiye’ye gidersiniz.
-Türk erkekleri daha aktif ve hareketlidir. Rus erkekleri onların yanında çok tembel kalıyor.
-Türk erkekleri daha çekici
-Türk erkekleri daha duygusal ve sıcak kanlı.

Rus erkeğinin artıları

-Rus erkekleri ev işleri yaptığınızda daha sıklıkla yardım ederler. Türkler de eder, yemek bile yaparlar. Bazıları kahvaltınızı yatağınıza bile getirebilir.
-Daha az kıskanırlar.
-Rus erkekleriyle dil problemi yaşamazsınız, ama dil probleminden dolayı bir Türk erkekten ayrılan Rus kadın duymadım.
-Rus erkekler “seni seviyorum” gibi sözleri boşuna söylemezler.
-Rus erkeklerin yasakları daha azdır. Giyim kuşam, gezi, alışverişe daha az karşı çıkarlar.
-Rus erkekler ile aynı dinde olduğunuz için bu konuda problem yaşamazsınız, Türkler de hoşgörülülerdir.
-Rus erkeği eşini kendi seçer. Türk erkekleri ise aile yapısı gereği daha seçicidir.
-Rus ailesinde eşler eşit söz söyleme hakkına sahipler. Türkiye’de ise çoğu ailede erkek kendini evin reisi görür ama son sözü hep bayan söyler.
-Rus erkekleri daha sabırlılar.
-Rus erkekler daha az sigara içiyorlar ama balık tutmaya gittiklerinde 2 litre votka içip gelenlerde var.
-Rus erkeğinin yanında beğendiğiniz bir aktör veya sanatçının ne kadar yakışıklı olduğunu çok rahat söyleyebilirsiniz.
-Rus erkeğin misafiri öyle çat kapı gelmez.
-Rus erkeği seni kaybetmemek için daha çılgın ve büyük şeyler yapabiliyor ama bu durum Türk erkeğinde günlerce ağlayıp sızlama ve mesaj çekme şeklinde.
-Rus erkeği eleştiriyi daha sakin yapar. Türk erkeğine ise küçük bir şey söylesen hemen kırılır.

-Rus erkeği yanlış bir şey yaptığında özür diler, kendini savunmaz. Türk erkeği de genelde inkar eder.

30 Ağustos 2015 Pazar

Ruslara göre Türklerin tuhaf özellikleri


Kaynak: http://www.rusyam.com/

Bir Rusya vatandaşının paylaştığı “Türklerin bize tuhaf gelen özellikleri” konulu yazının çevirisini yapıp sizlerin paylaşımına sunuyoruz.

-Ruslar arkadaşlarına misafirliğe giderken yanlarında içki vb. hediyeler götürürler. Ama Türkler arkadaşlarına misafirliğe giderken Kola ve çekirdek alırlar.

-Türklerin çocuklara karşı büyük bir sevgisi var kendi çocukları olsun olmasın çocuklarla oynuyorlar yanaklarını sıkıyorlar, kucaklarına alıyorlar.

-Hafta sonları Ruslar genellikle şehri boşaltır dinlenmek için banyolara, kışlık ve yazlık diye adlandırılan evlerine giderler. Türklerde ise hafta sonu her yer tıklım tıklım olur.

-Türklerle evlenen Rus bayanların kendinden büyüklerinin ellerini öpmek ilk başlarda çok tuhaf geliyor ama sonradan alışıyorlar.

-Türkiye’deki şoförler yayalara hiç yol vermiyorlar. Sanki yaya diye bir şey yok.

-Ruslar hayır dediklerinde kafalarını sağa sola sallarlar, Türkler ise kafalarını arkaya iterek ‘cık’ derler.

-Türkler günde bir kaç kere görüşseniz de ‘Nasılsın? diye sorarlar’ ilk başlarda tuhaf geliyor ama sonradan alışıyorsunuz.

-Komşularınız telefon etmeden, sormadan beklenmedik bir anda size oturmaya gelebiliyorlar.

-Türklerin neredeyse bütün yemekleri salçalı oluyor. Yanlarında salça kavanozlarıyla geziyorlar.

-Türkler siyah çay içmeyi çok seviyorlar. Kahvaltıda, yemekten sonra ve her öğün arasında.

-Türkler telefonları açarlarken ‘ ALO ’ diye tabir edilen kelimeyi farklı şekillerde söyleyebiliyorlar.
Örnek: Alüüü

-Dayıcım, Halacım, Teyzecim, Annecim, Babacım gibi sözleri kullanmalarını ilk başlarda anlamıyorsunuz ama sonra çok hoş geliyor.

-Türklerin kahvaltıda yedikleri zeytinler, üzerine acı, kekik, limon ve zeytinyağı ekleyerek.

-Türkler düğünlerde çelenk göndermeyi çok seviyorlar. Ruslarda ise çelenk sadece cenazelere gönderiliyor. Yani düğünlerde çelenk görmek Ruslar için biraz tuhaf oluyor.

-Türkiye’de büyük şehirlerde bile yol sorduğunuz zaman size yol gösterecek ve sizinle ulaşmanız gereken adrese kadar gidecek insanlar mutlaka bulunur.

-Türkiye’de adres sorduğunuzu zaman ‘Nereye gidecektiniz ki?’ diye sorabiliyorlar.

-Türkiye’de öğrenciler birçok yerden burs alabiliyor, başvurabiliyor. Camii’lerden, belediye, değişik kurumlar ve şirketlere kadar karşılıksız burslar temin edilebilir. Rusya’da sadece üniversiteler burs sağlıyor.

-Türkiye’de bir binada (genellikle 4-5 katlı apartman) ama farklı dairelerde ailenin tüm fertleri oturabilir. Baba, oğulları, ablalar ve damatlar…

-Yurtlarda kızlarla erkekler sadece ayrı oda ya da katlarda değil tamamen farklı binalarda/bloklarda kalır. Aynı yurt olmasına rağmen erkekler hiç bir şekilde kızların bloğuna giremez. Ama Rusya’da böyle bir ayrım söz konusu değildir.


-Türkiye’de Kaçak taksi neredeyse yok. El salladığınızda herhangi bir araba asla durmaz. Ancak resmi sarı taksi durur. Rusya’da ise arabaların çoğu el salladığınızda durur anlaşırsanız sizin için bir taksi olur.


'Korkunç' İvan ve 'Muhteşem' Süleyman'dan bugüne


Ayşe Hür / Radikal

Osmanlıların 1711'de Prut'da elde ettiği avantaj, resmi tarihçilerimize göre 'Baltacı Mehmed Paşa'nın Çariçe I. Katerina'ya zaafı yüzünden' (!) kaybedildi, ardından yenilgiler çorap söküğü gibi geldi.

Suriye konusunda sürekli ‘önümüzü kestiği için’ kızgın olduğumuz (!) Ruslar, 10. yüzyılın sonlarında Hıristiyanlığı kabul etmiş bir Slav boyu. Ruslar ilk siyasi örgütlenmelerini ‘knezlik’ (prenslik) şeklinde yapmışlardı. 10. yüzyılda Kiev Knezi Svyatoslav ile başlayan Kafkaslarda yayılma harekatı, 1226’da Cengiz Han’ın ordularının Güney Rusya’ya saldırarak merkezi Volga nehri üzerindeki Saray şehri olan Altınordu (ya da Altın Orda) Devleti’ni kurmasıyla durdu. Cengiz Han’ın soyundan gelen ‘Aksak’ Timur 1395’te Altınordu Devleti’ni yıkınca, bölgede uzun süren bir dağınıklık dönemi yaşandı. Sonunda bölgedeki hanlıklar, 1547’de ‘Knez’ unvanını terk ederek ‘Çar’ unvanıyla taç giyen IV. İvan’a sığınmak zorunda kaldı.

Tarihe ‘Korkunç’ unvanıyla geçen İvan’ın kuvvetleri Kafkaslar’da ilerlerken, dikkatini batıya çevirmiş olan ‘Muhteşem’ Süleyman (1520-1566), Rus tehlikesine karşı tedbir olarak Don ve Volga ırmaklarını bir kanalla birleştirmek isteyen Sokullu Mehmed Paşa’nın projesini (fikir ilk kez Pargalı Makbul/Maktul İbrahim Paşa’dan çıkmıştı) ciddiye bile almamıştı.

Aradan geçen 100 yılda Osmanlının Rus merakı pek artmadı ama 1660’lardan itibaren Moskova Posol’skiy Prikaz’de (Elçiler Dairesi) Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili özel bir birimi faaliyete geçirmişti.


BÜYÜK PETRO VE II. KATERİNA

1682’de, Türk resmi tarihinde ‘Deli’ lakabıyla anılan, Rus modernleşmesinin öncüsü ‘Büyük’ Petro’nun Çar olmasından itibaren Ruslar, Osmanlı donanmasının kontrolündeki Karadeniz’e serbestçe dolaşmayı temel hedefleri yaptı. Aslında o dönemde buna müsait bir ortam vardı çünkü Osmanlılar 1683’te Viyana önlerinden püskürtülmüş, 16 yıl süren yıpratıcı savaşlardan sonra imzalanan 1699 Karlofça Antlaşması ile Ruslar 1702’den itibaren İstanbul’da elçi bulundurma hakkı elde etmişlerdi. Osmanlıların 1711’de Prut’da elde ettiği avantaj, resmi tarihçilerimize göre ‘Baltacı Mehmed Paşa’nın Çariçe I. Katerina’ya zaafı yüzünden’ (!) kaybedildi, ardından yenilgiler çorap söküğü gibi geldi.

Bu yenilgilerin en acısı, 1770’de Çeşme’deki Osmanlı donanmasının kuzeyden dolaşıp Akdeniz’e giren Ruslar tarafından yakılmasıydı. Öyle ki, Rus modernleşmesinin bir başka büyük ismi, Çariçe II. Katerina, taparcasına sevdiği Fransız düşünürü Voltaire’e “Rusya’nın 900 yıllık tarihindeki ilk deniz zaferi” diye yazmıştı. Voltaire ise onu “Avrupa’nın intikamcısı” olarak kutlamıştı.

Çeşme felaketinin ardından Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile Kırım, Osmanlı’dan koparken, Rusya, Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks kilisesini himayesine alıyor, Rus tüccarlara ayrıcalıklar tanınmasını sağlıyordu. Bu anlaşmanın bir diğer sonucu Rusya’ya Karadeniz’de harp gemisi bulundurmak, kendi gemileri ile ticaret yapmak ve ticaret gemilerini Boğazlardan geçirme haklarının tanınmasıydı. Osmanlılar da Rusya’daki Müslümanların hamisi olmuştu ama fiiliyatta çok anlamı olmadı bunun.


KAVALALI İSYANI VE RUSLAR

1801’de I. Aleksander zamanında Tiflis, Baku, Nahcıvan ve Erivan’ın Rusya’ya katılması ile Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınır komşusu oldu. Büyük Petro’nun yaptıklarının benzerini bir asır sonra yapmaya çalışan II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı lağvetmesiyle başlayan askeri güçsüzlük Rusları cesaretlendirdi ve 1827’de Osmanlı donanmasının Navarin’de yakılmasıyla başlayan Osmanlı-Rus gerginliği Rusların batı cephesinde Edirne’yi, Kafkas cephesinde ise Sohum, Kars ve Erzurum kalelerini almalarıyla sonuçlandı.

Ancak ilginçtir, 1831’de Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın devlete isyan etmesi ve Kavalalı’nın oğlu İbrahim Paşa’nın 1832’de Osmanlı ordusunu Konya’da mağlup ederek İstanbul’a yönelmesi üzerine, II. Mahmud Avrupa devletlerinden yardım talep etmek zorunda kalınca yardım çağrısına sadece Rusya cevap vermişti ve elbette yardım karşılıksız değildi! İki devlet arasında 8 Temmuz 1833 tarihinde sekiz yıllık bir süre için imzalanan Hünkâr İskelesi Anlaşması’nın gizli maddesine göre, Osmanlı Devleti, Rusya’nın istemesi halinde, Boğazlara herhangi bir yabancı devlet savaş gemisini sokmayacaktı.

Kavalalı olayından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun kolay lokma olduğunu düşünmeye başlayan Ruslar, ‘Hasta Adam’ın ölümünü hızlandırmak için 1853’te Kırım Savaşı’nı başlattı, Sinop’taki Osmanlı donanmasını yaktılar ancak savaşın sonunda gülen taraf (savaşın yarattığı mali yıkım bir yana), Britanya, Fransa, Piyomonte-Sardinya Krallığı tarafından desteklenen Osmanlı İmparatorluğu oldu. Müttefikler Rusya’nın Karadeniz’de filo bulundurmasını ve müstahkem mevkiler kurmasını yasaklamıştı ancak Rusya, 1871’de bu hakkı yeniden elde etti ve donanmasını 1883’ten sonra yeniden oluşturdu. Ama Rus donanması, Osmanlı İmparatorluğu’nun en zayıf zamanlarında bile Boğazlardan Akdeniz’e (sıcak denizlere) inme cesaretini gösteremeyecekti.


‘93 HARBİ’NİN ETKİLERİ

Ancak karada durum farklıydı. Rusya’nın yayılmacılığının bir sonucu olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (ki halk arasında 93 Harbi diye bilindi) Kars ve Ardahan Rusya’nın eline geçti. Zaferin anısına İstanbul’da, St. Petersburg’da ve Moskova’da anıtlar dikti Ruslar. Petersburg’daki anıtın kitabesine, 28 Türk paşasının ve 141.800 subay ve askerin esir alındığı yazılmıştı. Savaş sonundaki konferansı, Avrupa’nın birliğini yeni sağlamış ülkesi Almanya yapacak, Kayzer II. Wilhelm, ev sahibi olarak Osmanlılara o kadar sıcak davranacaktı ki, II. Abdülhamit devletin rotasını Almanya’ya çevirecekti.

Rusya bu yakınlaşmaya pek ses çıkaramadı ama, 1900 yılında II. Abdülhamit’i, Kayseri, Diyarbakır, Sivas ve Harput hattının kuzeyinde (yani Rusya’yı tehdit edecek hatta) bir demiryolu inşa etme imtiyazını herhangi bir yabancı şirkete vermemeye ikna etmeyi başardı. (Rusya 1890’da İran’ı da benzer şekilde ikna ederek, bu bölgeyi demiryolu ağı açısından sterilize etmişti.)


RUS-JAPON SAVAŞI

Rusya’nın dikkatini kısa süreliğine de olsa Batı’dan ve Osmanlı’dan uzaklaştıran 1904–1905 Rus-Japon Savaşı, Osmanlılar tarafından ilgiyle takip edildi. Osmanlı ordusu adına Albay Pertev (Demirhan) Bey, savaşı izlemek üzere General Nogi’nin komutasındaki 3. Japon Ordusu’na eşlik etti. Pertev Bey, gelişmeler hakkında İstanbul’a düzenli raporlar gönderdi. Savaşı Japonların kazanması Osmanlı ülkesinde büyük sevinç yarattı. Nedenini 1906 yılının Haziran ayında İstanbul’da üç gün geçiren Japon yazar Kenjiro Tokutomi’nin anılarından okuyalım: “Japonlar [Türklerin nefret ettiği] Rusları savaşta yenmiştir; Japonya beyaz Avrupalıların burnunu kıran aynı Asya’nın bir ülkesidir.” Aynı yıllarda Rusya’da yaşanan ‘1905 Devrimi’ ise Abdülhamit’i devirmek için örgütlenen Jön Türklere (İttihatçılara) ilham kaynağı teşkil ediyordu.

Rus-Japon Savaşı’ndan sonra Pasifik ve Baltık donanmaları tamamen yok olan Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisinden de güçsüz olduğunu bildiği için, ağırlığı Baltık Donanması’na verdi. Ancak Avrupa’ya tarımsal ürün ihracının Rusya’nın modernleşme projeleri açısından kilit bir unsur olması ve Bakü’de petrol bulunması, Boğazların ekonomik önemini arttırmıştı. Bu yıllarda Rusya’nın toplam tahıl ihracatının yüzde 75 ila 90’ı, toplam ihracatının yüzde 30’u ila yüzde 50’si Boğazlardan geçiyordu. Bu yoğun ilişkiye karşılık, Rusya, Büyük Güçler arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda yatırımları ve imtiyazları olmayan tek devletti. Rusya Düyun-u Umumiye’ye de katılmamıştı.

II. Meşruriyet’in olumlu ortamında, 1909’da İstanbul’da birkaç günlük gezici bir Rus malları sergisi açıldı ve Rusya 93 Harbi’nden kalan 802,5 milyon Franklık tazminat hakkının 125 milyon Franklık bölümünden, Doğu Rumeli’den Osmanlı’nın aldığı 85 milyon Franklık haraç karşılığında vazgeçti. (Rusya, böylece bağımsızlık peşindeki Bulgarlar üzerinde etkili olmayı hayal ediyordu ama sonradan bu fedakarlığın boşa olduğunu anlayacaktı.) Bu dönemde, İttihatçıların Samsun, Trabzon, Sivas ve Erzurum’u birbirine bağlayan bir demiryolu inşasına kalkışmaları Rusya’da yeniden alarm çanlarının çalmasına neden oldu. 1911’de Rus Sefiri Çarikov Boğazları Rusya’ya açılması karşılığında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma garantisi ve 1900 tarihli demiryolu antlaşmasının gözden geçirilmesini vaad etti ancak Almanya ve Britanya’nın baskıları sonucu Osmanlı İmparatorluğu bunu reddetti. 1912’de Trablusgarp Savaşı sırasında Boğazların bir süreliğine kapatılması endişelerin haklı olduğunu gösterdi ama Rusya duruma müdahale edecek güçte değildi. (Karadeniz filosunda en fazla 5 bin kişiyi taşıyabilecek iki nakliye gemisi faaliyetteydi.) Nitekim 1913 sonlarında Alman Generali Liman von Sanders’in Osmanlı Birinci Kolordu Komutanı olarak atanmasını ancak protesto etmekle yetindi.


230 YILDA 10. SAVAŞ

Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, Rusya Bolşevik Devrimi ile sonuçlanacak iç karışıklıklarla boğuşuyordu. Kafkasya’da Gürcüler, Ermeniler, Azeriler bağımsızlık mücadelesine girmişti. Şubat 1914’te 1878 Berlin Antlaşması’nın Vilayet’i Sitte’deki Ermeni reformları konusundaki 61. maddesinin uygulanması için hazırlanan Yeniköy Antlaşması ile iki ülke arasındaki ilişkiler yeni bir aşamaya girdi. Mayıs ayında Çar’ı Kırım’daki yazlık sarayı Livadia’da ziyaret eden Talat Paşa’nın üstü örtük ittifak teklifini Rusya duymazlıktan gelmiş, 2 Ağustos’ta Britanya’nın savaşa girdiğini öğrenen Enver Paşa, Rusya’ya Trakya’da bir miktar Bulgar toprağıyla Limni ve Sakız Adaları’nın terki karşılığında Osmanlı Ordusunu Rusya’nın emrine vermeyi önermişti. Ancak Osmanlıların kapitülasyonların da kaldırılmasını içeren teklifini Rusya’nın müttefiki Britanya kabul etmeyince, taraflar karşı karşıya cephelerde yerlerini aldı.

Rusların sıcak denizlere ineceği korkusunu kalbinden bir türlü söküp atamayan Osmanlı İmparatorluğu, Ekim 1914’te Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman kruvazörünü Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalamaya gönderdi. Nihayet kışkırtmalar sonuç verdi. Bu sefer, Osmanlı İmparatorluğu’nun sabık dostları olan Britanya ve Fransa karşı cephedeydiler.

Enver Paşa’nın, ‘93 Harbi’nde Rusların eline geçmiş olan Kars ve Ardahan’ı geri almak için, Sarıkamış kasabasındaki Rus garnizonuna karşı 21 Aralık 1914’te başlattığı umutsuz harekâtta on binlerce Osmanlı askeri kara gömüldü.

1915’te Çanakkale bozgunu ile Boğazları kontrol etme hayali bir kez daha suya düşen Ruslar, 18 Şubat 1916’da General Liakhov’un komutasındaki iki Rus tümeni ile Rize, Sürmene ve Of’tan sonra Trabzon’a girmiş, ardından Van, Muş, Erzurum ve Erzincan da Rus işgaline uğramıştı. Neyse ki Osmanlı’nın imdadına 1917 sonbaharında, Bolşevik Devrimi yetişti. Devrim yüzünden kargaşa içine giren Rus ordusunun zaaflarından ustaca yararlanan Osmanlı birlikleri 24 Şubat 1918’de Trabzon’u geri aldı. Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması ile Rusya savaştan çekildi ve Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı İmparatorluğu’na geri verildi.

Milli Mücadele yıllarındaki ilişkilere 11.11.2012 tarihli “Kurtuluş Savaşı ‘yedi düvel’e karşı mı verildi?“ başlıklı yazımda değinmiştim. Cumhuriyet tarihindeki ilişkiler ayrı bir yazının konusu. Rus ve Osmanlı modernleşmesindeki benzerlikleri ve farklılıkları merak edenler ise Murat Belge’nin kaynakçadaki yazısını mutlaka okumalılar. Herkese iyi pazarlar...


Not: 25.8.2013 tarihli ‘Üstün ama düşman Batı’ başlıklı yazımda İnönü’nün “Müttefiklerimiz bu tutumlarda devam ederse dünya yıkılır. Yeni şartlarda bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” sözlerini söyleyip söylemediğinin belli olmadığını belirtmiştim. Adını vermek istemeyen bir okurumuz, İnönü bu sözleri daha önce Amerikan TİME dergisinin muhabirine söylediğini gösteren 16 Nisan 1964 tarihli Milliyet gazetesi kupürüne dikkatimi çekti. Okurumuza teşekkür eder, sizlerden özür dilerim.

Kaynakça:

Akdes Nimet Kurat; Rusya Tarihi, Başlangıçtan 1917’ye Kadar,
TTK, 1999; Türk-Rus İlişkilerinde 500 Yıl 1491-1992,
TTK, 1999; Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Editör: Marion Kent, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999;
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu, İletişim, 1995,

Murat Belge “Batılılaşma: Türkiye ve Rusya”, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, Modernleşme ve Batıcılık, 3. Cilt, İletişim, 2002.

DON-VOLGA KANAL PROJESİ


Ayşe Hür / Radikal

Osmanlı döneminde, Karadeniz’i Marmara’ya bağlamak için ilk girişim, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) yapılmış, padişah bu iş için Mimar Sinan’ı görevlendirmişti. Amaç, konut ve gemi yapımı için Eskişehir, Bolu ve Kocaeli’nden getirilen kerestenin İstanbul’un şehir düzenini bozmadan başkente ulaştırılmasıydı. Ancak fikir kâğıt üzerinde kaldı.

Kanuni döneminin bir başka projesi, Karadeniz’le Hazar Denizi’ni birbirine bağlayacak Don-Volga Kanal Projesi idi. Kanalı padişaha öneren 1568 yılında Kanuni’nin son sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa idi, ama fikir ilk kez 1563’te bir önceki sadrazam Semiz Ali Paşa’nın aklına gelmişti. Amaç, Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirerek Rusların güneye doğru inmesini engelleyecek bir set çekmekti.

Bu sayede Altın Orda devletinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Astrahan Hanlığı’nı Osmanlı egemenliğine alarak hem Volga boyundaki hanlıkları hem de Orta Asya’ya giden ticaret yollarını kontrol etmek mümkün olacaktı. Bu kontrol, Gürcistan, Azerbaycan ve Şirvan üzerindeki Rusya-İran-Osmanlı rekabeti açısından hayati öneme sahipti. İkincil amaçlar arasında, İpek Yolu ticaretini canlandırma, İran ile yapılan savaşlarda donanmadan yararlanma ve Orta Asya’daki Türk hanlıklarıyla irtibat sağlamak da vardı. Sokollu düşmanları padişahı projenin faydasız ve masraflı olduğu yolunda iknaya çalışmışlardı ama esas engel Kanuni’nin 1566 yılındaki Zigetvar Seferi’nde vefat etmesi oldu.

Yerini alan oğlu II. Selim, babasının yadigari Sokollu’nun projesiyle ilgilendi. Halil İnalcık’tan öğrendiğimize göre, Sokollu, Kefe Beylerbeyliği’ne Çerkez Kasım Paşa’yı tayin etti. Paşa kanal kazılacak yeri tespit etti. Burası Perevolok (bugünkü Stalingrad) mevkiindeki altı deniz millik bölgeydi. Osmanlı vak’anüvisleri kanal açılan bölgede Ejderhan adında “camiler, hamamlar ve medreselerinin izleri meydanda olan ve içinde hiçbir insan bulunmayan eski bir İslam şehri olduğunu” düşünüyorlardı. Halil İnalcık’a göre bunu düşündüren Volga civarındaki harap şehir Yeni-Saray olabilirdi. Yeni-Saray Altınordu devletinin başkentiydi ve yeri 1940’larda Rus arkeologlar tarafından tespit edilmişti. Astrahan Hanlığı’nın orijinal adı Ejderhan Hanlığı idi ve Astrahan denmesi Rusların işiydi.

KANAL SEFERBERLİĞİ

1569 yılında hazırlıkların son aşamaya geldiğini gören Kırım Hanı Devlet Giray, Osmanlı Devleti'nin kendisine olan ihtiyacının azalacağı, hatta özerkliğini kaybedileceği endişesiyle ikili bir oyuna kalktı. Bir yandan Rus Çarı IV. (Korkunç) İvan’a ‘Osmanlı Astrahan’ı zaptederek beni buranın hanı ilan edecek, en iyisi siz savaşa hacet kalmadan Astrahan’ı bana teslim edin” diyordu. Bir yandan Osmanlı sultanına, ‘Çar Astrahan’a büyük bir ordu gönderecek, siz susuzluk, kıtlık, soğuk yüzünden bu orduyla başedemezsiniz, Azak Denizi sığdır, fırtınalıdır, gemilerinizi buraya sokamazsınız, yapacağınız kanal da en çok Moskof’un işine yarar, en iyisi ikimiz güçlerimizi birleştirip Moskof’a sefer edelim’ diyordu. İki taraf da bu oyuna gelmedi. 1569 yılının ilkbaharında donanma Osmanlı ordusu (kaynaklarda sayı birkaç binden 200 bine kadar değişir ki, Halil İnalcık sayıyı 13-14 bin sipahi ve yeniçeri olarak tahmin ediyor) Kefe sahillerine çıktı. Bunlara Kırım Hanı ordusuyla (50 bin civarındaydı) katıldı. Ameleler, silah, mühimmat ve erzak Perevolok mevkine taşındı ve kanalın kazılmasına başlandı. Bu faaliyet neticesinde üç ay içinde iki nehir arasındaki mesafenin üçte biri kazıldı.

EJDERHEN SEFERİ VE HEZİMETİ

Ancak konunun böyle dallanıp budaklanması, İran ve Rusya’nın Osmanlı’ya karşı ittifak kuracağı endişesi, Kırım Hanı’nın ikircikli tavrı, Tatar ordusundaki huzursuzluklar ve en çok da mevsimin kışa dönmesi, sert şimal rüzgarları, bataklıkların zorlaması kanal kazımını iyice yavaşlattı. (Rivayete göre Kırım Hanı, askerlerine kanal setlerini yıktırtmıştı.) Sonunda Kırım Hanı, Kasım Paşa’nın kanal işini bırakıp doğrudan Astrahan üzerine yürümesi konusunda II. Selim’i ikna etti. Böylece kanal projesi çöktü. Ancak Ejderhan Seferi de başarılı olmadı. İddialara göre mevcudu 60-70 civarında olan Osmanlı-Kırım ordusuyla 130 bin mevcutlu Moskof ordusu arasında ciddi bir çarpışma olmadığı halde, Kasım Paşa’nın ordusu gerilemeye başladı. Bir ay süren ricat sırasında, ordunun yarısı (resmi tarihe göre Tatar kılavuzların yanlış yönlendirmesiyle girilen) çöllerde ve bataklıklarda telef oldu. Öyle ki tarihçi Hammer’e göre İstanbul’a ancak 7 bin kişi dönebilmişti. Bu arada mühimmat ve erzak depolanan Azak kalesi isyancı Yeniçeriler tarafından barut deposunun patlatılmasıyla yerle yeksan edildi. Kısacası tam bir bozgun yaşanıyordu. Padişah bütün bunlardan elbette Sokollu’yu sorumlu tuttu ancak onu herkesin önünde azarlamaktan daha ileri gitmedi. Eğer teselli edecekse söyleyelim, Korkunç İvan, Kırım Hanı’nın korkusundan Astrahan’da oturmadı, onun yerine Volga’nın ortasındaki bir adaya Yeni Astrahan’ı kurdu. Ardından Osmanlı-Rus ilişkileri (1587’ye kadar) duruldu.

Osmanlı dikkatini Kıbrıs’ın fethine verirken, Rusya ile mücadele Kırım Hanlığı’na kaldı. (Don-Volga Kanalı’nı açmak, o da 16 yıl süren çabalardan sonra, ancak 1953 yılında, Stalin’in SSCB’sine nasip oldu.)

Özet Kaynakça: 

Beş Asırlık Sakarya-Sapanca-Marmara Kanal Projeleri, Hazırlayan: Ömer Faruk Yılmaz, Çamlıca Basım Yayın, 2010;

Halil İnalcık, "Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü (1569)", Belleten, 1948, C.12, s. 349-402. (İnternette:http://www.inalcik.com/images/pdfs/48778970OSMANLIRUSREKABETiDONVOLGAKANALITESEBBUSU.pdf ).


Osmanlı’nın Don-Volga Kanalı Girişimi (1569)

Kaynak: http://sonnurozcan.blogspot.ru/ 

Osmanlı’nın parlak bir zeka ve çağını aşan bir görüş kabiliyetine sahip olduğu anlaşılan sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, güneyde Portekizlilere karşı hayata geçirmek istediği Süveyş kanalı projesinin uygulamaya sokulmamasından yılgınlığa düşmediği görülüyor. Nitekim Sokullu’yu yaklaşık bir yıl sonra  Don-Volga kanalı projesinin başında buluyoruz.

17. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Peçevî’ye göre Osmanlı’nın İran seferleri sebebiyle ortaya çıkmıştı. Ordunun karadan İran’a ulaşması zahmetli ve masraflıydı. Karadeniz’den Hazar Denizi’ne uzanan bir nehir taşımacılığı, bu önemli sorunu çözebilirdi. Bu amaçla, genç Pâdişâh II.Selim (1566-1574) adına devlet işlerini yürüten Sadrazâm Sokullu (Uzun) Mehmet Paşa, Sarayda II. defterdarken Kefe sancakbeyliğine atadığı Çerkez Kasım Paşa’ya bir araştırma raporu hazırlattı. Rapor kanalın Şirvan, Gürcistan ve Karabağ üzerinde hâkimiyet kurarak kuzeyden İran’a ulaşmayı kolaylaştıracağını söylüyordu. Kasım Paşa’nın istihbarat, keşif ve ölçümlere dayalı kanal raporunda, kazılacak mesafe 6 deniz mili (yaklaşık 11 km) olarak bildirilmişti.

Günümüz tarihçilerinden Profesör Halil İnalcık’ın yaptığı etraflı araştırmalar ise kanal projesinin geçmişinin Kanunî Sultan Süleyman devrine kadar gittiğini ve İran sorunu dışında, yepyeni bir tehlike olarak kuzeyde beliren Ruslarla baş etme amacı güttüğünü de ortaya koyuyor. Moskova Prensliğinin güçlenerek birer Osmanlı vassalı konumunda olan Kırım ve Astrahan hanlıklarını ele geçirmesi (1552 ve 1556), Rusların Osmanlı egemenliğindeki Karadeniz’i tehdit etmesine sebep olmuştu. Ayrıca, Orta Asya ve Kuzey Kafkasya halklarının hacca gitme ya da Kırım ticaret yolu için Astrahan’dan geçmesi Rus Çarı tarafından engellenmekteydi. Tüm bunlar, Kanunî’yi harekete geçmek zorunda bırakıyordu. Böylece Osmanlı Devleti için, batıda Avrupa, doğuda İran ve güneyde ve Hint Okyanusu’nda Portekiz tehlikesine ek olarak bir de kuzeyde Rus meselesi baş göstermiş oluyordu.   

Kanunî 1562’de Avusturya ile barış imzaladıktan sonra Astrahan’a bir sefer planına girişti. İşte Don-Volga kanal projesinin ilk olarak zikredilmesi bu sefer bağlamında oldu. İnalcık, Karadeniz’in kuzeyinde Osmanlı’ya bağlı tek ülke konumundaki Kırım hanlığının başındaki Devlet Giray’ın, seferin başarılı olması halinde, kısmî bağımsızlığını yitirip Kefe ve Azak gibi bir Osmanlı eyaletine dönüşeceğinden korkarak  bu sefer planını engellediği yönündeki ayrıntılı bilgileri  ortaya koyuyor. Öte yandan Devlet Giray’ın sonraki yıllarda Ruslara karşı Kanunî’den istediği yardım Padişahın diğer cephelerdeki mücadeleleri nedeniyle ertelenmiş; Zigetvar seferi öncesi Kazan ve Astrahan seferi planlanmışsa da Orta Avrupa hedefi daha ivedi bulunmuştu.

Başa dönersek, Kanunî döneminde Astrahan ve çevresinde Müslüman halklara yapılan baskılar II.Selim döneminde artarak devam etmekteydi. Hac ve ticaret yolları için Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle savaşmaya devam eden Osmanlı Devleti, Sokullu Mehmet Paşa idaresinde Avrupa ülkeleri ve İran’la barış imzaladıktan sonra 1568 başlarında kuzeye dönüp Astrahan seferine niyetlendi. Böylece, Karadeniz’e dökülen Don ile Hazar Denizi’ne dökülen Volga (İtil) nehirleri arasında bir kanal açma projesi yeniden gündeme gelmişti. 

Sokullu Mehmet Paşa tarihte geçen adıyla “Ejderhan (Astrahan) seferi” için hazırlıkları başlattı: Kefe’ye mühendisler ve ustalar gönderilip yeni bir donanma inşa edildi. Kefe kadısından asker için yaklaşık 28 ton kadar peksimet hazırlatması; çevre halklardan kesimlik sığır satın aldırması istendi. Balkanlar ve Anadolu’dan 10.000 civarında asker toplandı. Kefe’ye gemilerle toplar ve kazı aletleri getirildi. Kefe ve komşu bölgelerden de on binlerce paralı işçi tutuldu. 

Kış boyunca süren hazırlıklardan sonra 1569 yılının Ağustosunda, Astrahan’ın biraz kuzeyinde tespit edilen bölgeye gelindi. Burası eski Yunanlılar tarafından Don ve Volga, iki ayrı denize dökülmeden önce üzerinden geçtiği en sığ toprak olarak tespit edilmişti. Eski Yunanlılar, Volga ve Hazar kıyısındaki insanlarla olan ticarî ilişkilerinde bu yolu kullanıyordu. Öyle anlaşılıyor ki Çerkez Kasım Paşa bölgede araştırma yaparken antik döneme ilişkin bu bilgiyi de edinmişti.

Don nehrinin bir kolu olan Ilovlya çayı ile Volga’nın kolu Kamsyshinka çayı arasındaki (şimdiki adıyla) Petrow Val kasabasının bulunduğu alanda kanal  kazılmaya başlandı. Üç ay boyunca aralıksız kanal kazıldı. Kanalın üçte biri açılmıştı. Kanal kazımında çalışmak üzere 30.000 Nogay Tatarı tutulmuştu. Peçevî, güvenlik, iaşe ve araç-gereç bakımından hiçbir eksik yokken, Tatarların asker arasında, bölgenin kışının üç ay erken geldiği ve dayanılmaz soğuklarda çalışmanın mümkün olmayacağı yönünde bir dedikodu yaydığını ve bunun sonucunda askerlerin memleketlerine döndüğünü söylüyor. Tarihçiye göre bu dedikoduyu organize edenin Kırım Hanı olduğu yönünde bir kanaat vardır. Çünkü o, Osmanlı ordusunun karadan ve denizden Kıpçak Bozkırı ve Şirvan  taraflarına gidip gelmesinin Tatarları gözden düşürüp hanlığını tehlikeye atacağına inanıyordu. 

Profesör İnalcık’ın değişik kaynaklara göre verdiği bilgiler, ordudaki isteksizlik üzerine Astrahan ileri gelenlerinin Kasım Paşa’yı kanal kazımından vaz geçirdiği ve onun yerine doğrudan Astrahan’a yürümeye ikna ettiğini söylüyor. Ancak bu harekât başarısız olmuştur. Arkasından Paşa, Astrahan önlerinde bir kale yaptırıp burada kışlamak ve baharda kanal kazımına devam etmeyi planladı; ama bu kez de orduda yeni bir dedikodu başlamıştı: Sözde, İran-Moskova ittifakıyla kurulan bir ordu üstlerine geliyordu. 

Tüm bu olumsuz rüzgarlar üzerine ordu dağılmaya başlayınca, 20 Eylül 1569’da Kasım Paşa geri çekilmeye başladı. Taşınamayacak malzemeler çukurlara gömüldü. Yolda Padişah II.Selimin Astrahan’da ordunun kışlaması fermanı ulaştıysa da çekilme devam etti. Sıkı bir planlama, masraf ve çabayla, kanalın üçte birinin kazılmasının ardından gelen bir ay süren zorlu çekilme sürecinde  askerin yarısı telef olmuştu. Böylece Süveyş Kanalı projesinin iptal edilmesinin ardından Sokullu’nun Don-Volga Kanalı teşebbüsü de sonlanmış oluyordu.  


Don-Volga Kanalı Sovyetler Birliği’nce Osmanlı’dan farklı iki noktadan yürütülen 5 yıllık kazı çalışmasının ardından, 1952 yılında kullanıma açıldı.