Moskova

Moskova

29 Mart 2018 Perşembe

Milli maçta Rusya yerine yanlışlıkla Sovyetler Birliği marşı çalındı; Ruslar coşkuyla okudu





Rusya'nın maçında yanlışlıkla Sovyetler Birliği'nin marşı çalındı. 
Rus sporcuların coşkusu dikkatleri çekti.



Rusya ve Almanya arasında oynanan rugby mücadelesi öncesinde Rusya Federasyonu’nun milli marşı yerine Sovyetler Birliği’nin marşı çalındı.

1991 yılında yıkılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile aynı melodiye sahip olan ancak sözleri değiştirilen Rusya Federasyonu Milli Marşı’nın yanlış çalınması herkesi şaşkına çevirdi.



Rus sporcuların, Sovyetler Birliği marşının sözlerine coşkulu bir şekilde katılım göstermesi ise dikkatlerden kaçmadı.

Tarihleri boyunca 10 kez karşılaşan iki ekibin maçında Rusya rakibini 57-3 mağlup etmeyi başardı. Almanya, Rusya karşısında hiç galibiyet alamadı.

Best of Russia 2017 yarışmasının finaline kalan harikulade fotoğraflar






‘Best of Russia 2017’ (Rusya’nın en iyileri) isimli fotoğraf yarışmasının finaline kalan fotoğraflar belli oldu. Rusya’nın dört bir yanından fotoğrafçıların katıldığı yarışmanın finalinde ödül için yarışacak karelerin bir kısmı, yarışmanın teması olan 'mutluluk' konusuna sahip.

Sputnik, finale kalan fotoğraflardan en dikkat çekicilerini derledi.



Best of Russia 2017 Yarışması'nın finaline kalan fotoğrafçı Natalya Baçkova'nın 'Havada bahar kokusu var' çalışması.



Best of Russia 2017 Yarışması'nın finaline kalan fotoğrafçı Marianna Smolina'nın 'Atlama ipi' çalışması.



Best of Russia 2017 Yarışması'nın finaline kalan fotoğrafçı Vera Kostamo'nun bu fotoğraf, Rus Arktikası Milli Parkı'nda çekildi.



Best of Russia 2017 Yarışması'nın finaline kalan fotoğrafçı Salavat Safiullin'in 'Sahne makinistinin mutluluk anları' isimli çalışması.



Best of Russia 2017 Yarışması'nın finaline kalan fotoğrafçı Fedor Obmaykin'in 'Çocukluk' çalışması.

25 Mart 2018 Pazar

Rus bilim insanları ne istediğinizi bilen cihaz geliştirdi





Rusya Federal Nükleer Merkezi’nden uzmanlar, Devlet Nükleer Enerji Kurumu (Rosatom) ile işbirliğiyle canlı organizmaların beyinlerindeki ‘istek merkezlerini’ belirleyebilen ve bu merkezleri kontrol edebilen bir cihaz geliştirdi.

Rus uzmanlar süper iletken manyetometrik yönteminin kullanıldığı, beyindeki biyomanyetik ve zayıf manyetik alanların tespitini sağlayan bir cihaz üretti. Beyne doğrudan müdahale yapılmaksızın sonuç veren cihaz ile derinlerdeki istekleri belirlemek için kişinin yalnızca özel bir odada sistem kabinin içinde sabit şekilde oturması yeterli.

Rosatom’la işbirliğiyle geliştirilen sistem, kabindeki kişinin beynindeki elektromanyetik dalgaları yakalayıp edindiği verileri kaydedici bölüme aktarabiliyor.

Sputnik’e konuşan bilim insanları, cihazın bireylerin ‘istek merkezlerini’ kontrolünü sağlayacağını ifade etti.

Biyoloji Profesörü Yevgeniya Lobkayeva da MK sitesine yaptığı açıklamada, bu teknoloji ile uyuşturucu bağımlısı kişilerin ‘istek merkezlerinin’ belirlenebileceği ve eğilimlerinin kontrol edilebileceğini söyledi.

Bu buluşun yemek yeme isteğini kontrol etmek amacıyla beslenme alanında da kullanılabileceği belirtiliyor.

Kropotkin





Pyotr Alekseyeviç Kropotkin (d. 9 Aralık 1842 - ö. 8 Şubat 1921) anarko komünist Rus yazar, anarşizm kuramcısı.

9 Aralık 1842’da Moskova’da doğdu. Babası Prens Aleksei Kropotkin; annesi ise Yekaterina Nikolaevna'dır. 1846'da anneleri veremden ölünce, Peter ve kardeşleri daha katı olan babaları tarafından büyütülür.

Kropotkin Ağustos 1857’de on beş yaşındayken Sankt-Peterburg’daki Pages Taburuna katılır. Bu taburda çoğunluğu soylu sınıfından 150 genç eğitim görmektedir. Kropotkin sınıf arkadaşları ile ilişkilerini geliştirmekte zorlanır; taburdan ayrıldığı 1862’ye kadar zamanının büyük bir bölümünü kitap okumaya, mektup yazmaya ve dergi çıkarmaya ayırır.

Pages Taburu mezunlarının Rus ordusunda istedikleri yerde göreve gitme hakları bulunmaktaydı. 1862’de mezun olan Kropotkin ise Sibirya’yı tercih etti. Böylece on yıl sürecek bir gezginlik dönemi başlamış oldu. Sibirya’da aldığı görevler Kropotkin’de hükümete karşı bir hayalkırıklığı oluşmasına neden oldu.

1864’de işinden istifa etmeyi düşündüğü bir sırada, kendisine Mançurya'nın coğrafik araştırmasına katılması teklif edildi. Teklifi kabul eden Kropotkin 1865 yılında kendisini tamamen bu coğrafi araştırmaya adadı.

Kropotkin 1867 Nisan'da nihayet ordudan ayrıldı; ve Irkutsk'u terk ederek St. Petersburg'a döndü. Burada Merkezi İstatistik Komitesi’nde çalışmaya başladı. Bir taraftan da Coğrafya Topluluğu için yaptığı çalışmalara devam ediyordu. Üniversiteye kayıt yaptırdı, ama mali sorunlar yüzünden mezun olamadı. 1868-1870 yıllarında zamanını tamamiyle coğrafya çalışmalarına ayırdı.

1871 Sonbaharında babası ölür. Aynı yıl Kropotkin kamu görevlerinden ayrılır. İmparatorluk Coğrafya Topluluğu ona sekreterlik görevi teklif eder. Bu onun yaşındaki birisi için büyük bir onur sayılan bir görevdir; ancak Kropotkin orada yapacağı kariyeri boşa geçirilmiş olarak değerlendirerek, teklifi reddeder.

Anarşizmle tanışma

1871 Paris Komünü'nün etkisi ile işçi hareketlerine olan ilgisi artar; işçi hareketleri hakkında daha çok şey öğrenmek için yurtdışına seyahat etmeye karar verir. 1872 Şubat'ta Rusya'dan ayrılarak İsviçre'ye hareket eder. Zürih'e varır varmaz hemen Enternasyonal'in yerel şubesine üye olur. Ancak bir süre sonra daha radikal olan Jura Federasyonu'nun Neuchatel'deki merkezini ziyaret eder. Buradaki izlenimleriyle anarşizmi benimser.

Kropotkin 1872 Mayıs'ta Rusya'ya döner; nihilistlerin liderliğindeki Chaikovski Çevresi içinde devrimci görüşlerin yayılmasında önemli bir rol üstlenir.

1873 yılında Peter Kropotkin tutuklanarak hapse atılır; 1876'da İngiltere'ye kaçar. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra İsviçre'ye giderek Jura Federasyonuna katılır. 1877'de Paris'e gider; burada sosyalist hareketin başlatılmasına katkıda bulunur. 1878'de İsviçre'ye döner; Jura federasyonunun devrimci gazetesi Le Révolté'ye yazılar yazar.

1881'de, Çar II. Alexander'ın suikaste uğramasından kısa bir süre sonra Kropotkin İsviçre'den sınırdışı edilir. Thonon (Savoy)'da kısa bir süre kaldıktan sonra Londra'ya gider. Burada bir yıl kadar kaldıktan sonra 1882'nin sonlarına doğru tekrar Thonon'a döner. Burada Fransız hükümeti tarafından tutuklanır. Lyon'da yapılan duruşmada Enternasyonal üyesi olduğu gerekçesiyle beş yıl hapis cezasına çarptırılır. 1886'da serbest bırakılınca Londra'ya yerleşir. Aynı yıl Sibirya'ya sürgün edilen kardeşi Alexander intihar eder.

1890’larda zamanının çoğunu yazmakla geçirir; kitaplarında anarşist-komünizmi teorisini geliştirmeye çalışır. 1897'de Kanada ve ABD'yi ziyaret eder. Amerikan dergisi Atlantic Monthly anılarını basmayı kabul eder.

1901-1909 yılları arasında daha çok Rusça yazılar yazar. 1905 devriminin başarısızlığa düşmesi hayal kırıklığına uğramasına yol açar.

Savaş ve Devrim

1909'de İsviçre'ye döner; Lena altın madenlerinde 270 işçinin katledilmesi olayının gündeme getirilmesi için çalışır. Ancak bu çabaları I. Dünya Savaşı ile kesintiye uğrar. I. Dünya Savaşı sırasında işçi sınıfına karşı en büyük tehdit olarak gördüğü Alman emperyalizmine karşı devletler arası ittifakı destekleyen bir tavır alır. Bu tavrı birçok kişi tarafından sert şekilde eleştirilir; Errico Malatesta gibi pek çok anarşist bu dönemde Kropotkin'den uzaklaşır. Bu tavır en net biçimiyle Onaltılar
Manifestosunda görülebilir. 1917'de Petrograd'a gider; burada Aleksandr Kerenski hükümetine yardımlarda bulunur. Ancak Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle bu çabaları da sona erer. Pyotr Kropotkin 8 Şubat 1921'de ölür. Bolşevik lider Lenin'in kişisel izni ile Novodevichy mezarlığında anarşistler tarafından büyük bir cenaze töreni düzenlenir. Bu, anarşistlerin kitlesel olarak Rusya'daki son bir araya gelişi olur.



Kitapları:
1902 Londra, Karşılıklı Yardımlaşma (Mutual Aid: A Factor of Evolution)
1892 Paris, Ekmeğin Fethi (The Conquest of Bread)
Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler (Fields, Factories and Workshops)
The Great French Revolution
1887, In Russian and French Prisons. 
1889, Bir Devrimcinin Anıları (Memoirs of a Revolutionist).
1915 New York, Russian Literature: Ideals and Realities.

Makaleleri:
"Research on the Ice age", Notices of the Imperial Russian Geographical Society, 1876.
"The desiccation of Eur-Asia", Geographical Journal, 23 (1904), 722-741.

Broşürleri:
Dinle Anarşist!
Gençliğe Çağrı (Appeal to the Young)
1889, Anarşist ahlak.



Moskova Metrosu: Yeraltında bir şaheser




Gün içinde metroyu kullanan pek çok insan için bu yeraltı yolculuğu sıradan, günlük ve aslına bakarsanız sıkıcıdır. Ancak söz konusu Moskova metrosu olduğunda, iş değişiyor. Çünkü Moskova metrosu, yalnızca bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda müzeleri aratmayan istasyonlarıyla bir kültür mirası…Moskova metrosunun her bir istasyonunda farklı bir mimari sanat akımıyla karşılaşabilirsiniz. Bu istasyonlar adeta birer müze. Belki de bu nedenle insanlar caddelerden ziyade yeraltında yolculuk yapmayı tercih ediyor.

Dünyanın en büyük metro sistemlerinden biri olan Moskova metrosu 15 Mayıs 1935’te açıldı. Ancak Moskova’da bir metro inşa etme ile ilgili ilk düşünceler 1875’e kadar uzanıyor. Bu türden bir proje 1902’de aktif olarak tartışıldı, ancak kabul edilmedi. Sonuç olarak, metro inşası Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra 1931’de başladı ve 1935’te açıldı.

Sovyetler Birliği halklarının büyük emeği sonucunda bir sanat eseri gibi inşa edilen metro sisteminde çok sayıda sanatçı ve mimarın yanısıra 75 bin işçi görev aldı. Metronun yapımı aynı zamanda ideolojik unsurlarda barındırmaktaydı. Amaç biraz da SSCB’nin iktidarını gücünü göstermekti elbette.

İkinci Dünya Savaşı’nın hava saldırıları sırasında, Moskova metrosu yaklaşık yarım milyon insan için sığınak amaçlı olarak kullanıldı. Hatta o zamanlarda istasyonlarda faaliyet gösteren dükkanlar bile açıldı. Savaş esnasında bile metronun inşaatı devam etti hatta 7 yeni istasyon eklendi. O zamanlarda doğan 200 den fazla bebeğin doğum yeri bu metrodur.


Orijinal projede planlanmamış olan çember ile ilgili bir efsane vardır. Efsaneye göre, bir oturumda Stalin kahve fincanını metro haritasının üzerine koyar ve fincan kahverengi bir iz bırakır. Bu izi Stalin yapımcılara göstererek hatların bu şekilde düzenlenmesini ister. Bugün kahverengi çember ile gösterilen bu bölgeden bütün hatların aktarması yapılmaktadır.


Bugün, bu devasa şehirde, 350 kilometreye yaklaşan bir ağ üzerinde, metro 207 istasyon ile hizmet vermeye devam ediyor ve her gün dokuz milyon civarında yolcu taşıyor. Metro aynı zamanda kalkış ve varışlar için yüzde 99.99 luk oranla dünya rekoru sahibi. Yoğun saatlerde trenler arasındaki aralığın sadece 90 saniye olduğu göz önüne alındığında bu oldukça etkileyici.

İlginç bir ayrıntı da anonslarla ilgili. Vagonlarda durak isimlerinin anonsları merkeze doğru giden trenlerde erkek sesiyle, merkezden uzaklaşan trenlerde ise kadın sesiyle yapılmaktadır. Çember hatta ise saat yönü seferlerin anonsları erkekler, ters yönü seferlerde ise kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun amacı, görme engelli kişiler için yön bulmayı basitleştirmektir.

Moskova metrosunun bazı duraklarını tanımak isterseniz: 

Ploschad Revolyutsii: 

Kızıl Meydan’a açılan Ploschad Revolyutsii, yani Devrim Meydanı istasyonundaki heykellerin, dokunana şans ve bereket getirdiği düşünülür. Burası şehrin kalbine açılır. Burada, Sovyetler birliğinin kurulmasına yardım eden sıradan vatandaşların gerçek boy heykelleri bulunmaktadır.





Mayakovskaya: 

Adını ünlü Rus şair ve oyun yazarı Vladimir Mayakovski’den alan Mayakovskaya istasyonu, Fütürizm akımından etkilenerek tasarlanmış. Bu istasyonda, bir günü temsil eden mozaiklerde, açıktan koyuya doğru giden renklerle sabah, öğlen, gün batımı ve akşam resmedilmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında sığınak olarak kullanılan bu istasyon, Stalin’in 7 Kasım 1941’de, Kızıl Meydan’da orduya hücum emri vereceği tarihi konuşmasından bir gün önce, kurmaylarıyla yaptığı gizli toplantıya da sahne olmuş. Dışarı çıktığınızda kendinizi Moskova’nın en ünlü ve uzun caddelerinden biri olan Tverskaya’da bulursunuz.


Elektrozavodskaya: 

Yakınlarındaki bir ampul fabrikasından adını alan bu istasyonun tavanında tamı tamına 318 ampul yer almakta. 1944’te açılan bu istasyonun özellikle boş olduğu dakikaları yakaladığınızda, ışıkların yere yansımasıyla oluşan derinlik karşında nefes kesici bir görüntü ortaya çıkıyor.




Kievskaya: 

Bu beyaz mermer istasyon, Ekim Devrimi ve İç Savaş sırasında Ukrayna’daki ve askerlerdeki hayatı betimleyen ayrıntılı sanat eserleri, freskler ve mozaiklerle doludur. Kiyevskaya Arbatsko-Pokrovskaya Hattı’nda yer almaktadır.









Dostoyevskaya: 

Rus edebiyatının ustalarından Dostoyevski’den adını alan bu durakta Dostoyevski’nin romanlarının içinde yolculuk ediyor gibi kendinizi hissedebilirsiniz.








Prospekt Mira: 

Koltsevaya Hattı’nda yer alan bu lüks istasyonun tasarımı ve teması, Moskova Devlet Üniversitesi’nin yakınlardaki Botanik Bahçeleri’ni yansıtmaktadır.
Ayrıca Rimskaya ve Ploshchad Ilyicha istasyonları arasındaki geçişte yer almaktadır bir de çeşme yer almaktadır metronun içinde.





Derleyen: Sibel Çağlar
Kaynaklar:


Ayvazovski'nin İstanbul'u






1817’de, o zamanki Rus Çarlığı’nın Kırım’daki liman kenti Feodosya’da doğmuş Ayvazovski. 

Ailenin kökenleri ise Doğu Anadolu’ya dayanıyor. İlk eğitimini Feodosya’daki Aziz Sarkis Ermeni Kilisesi’nde alan Ayvazovski, resim çizmeyi de Feodosyalı mimar Jacob Koch’tan öğrenmiş. Hatta rivayete göre, komşusunun evinin duvarına kömürle çizdiği resimler, kentin resme meraklı kitlesini öylesine etkilemiş ki kulaktan kulağa duyulan yeteneği sayesinde 1833’te, daha 16 yaşındayken Çar I. Nikola’nın emriyle St. Petersburg İmparatorluk Akademisi’ne burslu olarak kabul edilmiş. Mezuniyetinin ardından da yollara düşmüş. 1842’de Paris’e gitmiş. Ardından bir süre İtalya’da kaldıktan sonra 1844’te St. Petersburg’a dönmüş ve Rus Donanması’nın ressamlığına atanmış.

Ertesi yıl, 1845’te ise hem kendi hayatını değiştirecek, hem de oryantalist sanat âlemini etkileyecek bir davet almış ve Sultan Abdülmecid’in çağrısına uyarak İstanbul’a ayak basmış. Basmasıyla da bu şehre aşık olmuş.

1845-1890 yılları arasında İmparatorluk topraklarına yedi kez seyahat etmiş. Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamit olmak üzere üç padişah tarafından madalyalarla ödüllendirilmiş hatta bir dönem saray ressamı olarak da anılmış kendisi. Sanatçı, İstanbul’un yanı sıra pek çok Anadolu şehrini de gezip tuvallerine aktarmış ve 1888’de İstanbul’da bir de sergi açmış.

Kendisi normalde tuvaline yansıttıklarından dolayı “hırçın dalgaların ressamı” olarak bilinir ancak buna rağmen  İstanbul tablolarında dingin denizi, şehrin tepelerinde ve sahillerinde toplanmış insanları resmedip şehrin günlük yaşamına dair tarihe not düşmüş, sanki bir huzur yakalamıştır.

Ayvazovski’nin İstanbul tablolarında, manzaralar da, insanlar da gerçekten güzel…

Kendisini ve çalışmalarını daha fazla incelemek isterseniz aşağıdaki videoya da göz atabilirsiniz…



24 Mart 2018 Cumartesi

Romanlarda kalan Rus soyluları



Samih Güven




Rus romanlarının çekici yönlerinden biri de bizi konuk ettikleri soyluların masalsı yaşantısı mıydı acaba? İnsan  hayatının doğum, ölüm, ilk aşk, evlilik, mutluluk, yalnızlık, ihanet, yoksulluk, zenginlik, savaş ve barış gibi birçok önemli aşamasını büyük ölçüde soyluların hayatının içinden geçerek ama sıradan insanların hayatını da anlayarak okuduk bu romanları. Rus yazarlarınca dürüst, tarafsız ve gerçekçi şekilde ele alınışını izledik bu hayatların.

İsim gününde ya da davetlerde ne giyeceğini düşünen güzel prenseslerin telaşı, etrafta koşuşturan uşaklar, kütüphanesinde kahvesini yudumlayan kontlar, konaklara sürekli misafir taşıyan at arabaları, troykalar canlandı zihnimizde.

Ya da Tolstoy’un deyimiyle davet sahibi gururlu konteslerin görevlendirdiği orkestranın sesini çatal bıçak sesleri, konukların konuşmaları ve uşakların ayak sesleri bastırıyordu.

İlk aşklarını yaşayan prens ve prenseslerin o duygu ve arzu dolu dünyalarına, evlilik heyecanlarına şahit olduk.

Aslında televizyon, telefon, internet gibi olguların bulunmadığı o dönemlerde davetler, balolar, tiyatrolar, mektuplar insanların sosyalleştiği en önemli etkinliklerdi. Evlerin çeşitli bölümlerinde toplanan kadınların başkaları hakkındaki konuşmaları, yeni evelenecekler, aşklar, önemli gelişmeler hakkındaki fikirlerini gözledik bu romanlarda. Erkeklerinse ülke meseleleri, dünya siyaseti, sanat, edebiyat hayatı ve başkaları hakkındaki konuşmalarına denk geldik benzer şekilde.

Genel olarak bakıldığında, Rus soylu sınıfı özellikle 17, 18 ve 19. yüzyıllarda Rus toplumunun dinamosu ve sürükleyici gücüydü. Bu sınıfın önemli bir misyonu vardı. Bu da sanat ve edebiyatı himaye etmek, kurumların ve ekonominin gelişmesine katkı sağlamak ve toplumun ilerlemesine öncülük etmekti.

Büyük Petro batılılaşma çabalarının merkezine soylu sınıfını koymuştu deyim yerindeyse. Moda, sanat, davranışlar ve entelektüel fikirler açısından soylu sınıfına önemli görevler vermişti. Avrupa ülkelerine seyahat etmelerini zorunlu kılmış, giyim kuşam ve davranışlar konusunda buyruklar getirmişti.

Büyük Katerina döneminde de Petro’dan beri süregelen idareyi modernleştirme, eğitimi ve sanatı teşvik etme yönündeki gelenek güçlü şekilde sürdürülmüş ve soylu sınıfına önemli görevler verilmişti.

Dünya genelinde soylular ve unvanları özellikle Ortaçağ Avrupa’sında yaygınlık kazanmıştı. Kral ya da imparator her şeyin sahibi ve üstünde olurken kralların bağışladığı, aileden geçen, önemli hizmetler sonucu ya da başka şekillerde edinilen topraklara bağlı olarak önemli haklar elde eden insanlardı soylular.

Rus soylu sınıfı ise 14. yüzyılda ortaya çıkmaya başlarken 20. yüzyıl başlarında nüfusun yüzde birine kadar ulaşmış ve Ekim Devrimi ile birlikte ortadan kalkmıştı.

19. yüzyıldaki Rus toplumuna bakıldığında soylular (dük, prens, kont, vikont, baron), ruhban sınıfı, tüccarlar, köylüler ve serfler gibi ana katmanlar bulunuyordu. Soylu sınıfın diğerlerine göre önemli ayrıcalıkları vardı. Bunlar arasında toprağa bağlı olarak çalışan serflere sahip olmak, bazı özel eğitim kurumlarına gidebilmek, bedensel cezalardan muaflık, arma taşıma gibi haklar bulunuyordu. Ama soyluları ayıran en önemli şey topraktan gelen zenginlik ve yüksek yaşam standartlarıydı elbette. İyi eğitim alıyor, seyahat ediyor, sanat ve edebiyatla uğraşıyorlardı.

Rus soylu sınıfı Çarlık sisteminin ve toplumun önemli bir unsuruydu. Bununla birlikte 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni değişim dinamiklerinin ortaya çıkmasıyla bu sınıfının etkisi de azalmaya başlamıştı. Genelde kamu görevlerindeki çalışmaları, fikir hayatına etkileri ve toplumun siyasi ve ekonomik hayatına katkılarıyla son derece önemli olan Rus soyluları ağırlaşan toplumsal sorunların çözümü konusunda etkisiz kalıyordu. Bazı soylularsa topraklarını kendiliğinden serflere dağıtıyor, değişimi anlamaya çalışıyordu. Ekim Devrimi sonrasına ise önemli bir kısmı ülkeyi terk etmiş, bir kısmı da sürgüne gönderilmişti.

Böylece Avrupa ülkelerinden farklı olarak soyluların topluma olan etkisi büyük ölçüde sona eriyor, komünist sistem ile birlikte yepyeni bir sosyal ve ekonomik düzene geçiliyordu.


Kısacası Rus klasik romanlarında okuduğumuz soyluların o masalsı yaşamı, güzel prensesler, aşklar ve ihtiraslar, hayatın anlamına dair çıkarımlar bu romanları güzelleştiren en önemli unsurlardan biriydi belki de.

Karikatür: Aleksandr Polunin




Karikatür: Aleksandr Polunin
Художник Александр Полунин 



Platonov’un Canları



Andrey Platonov önemli bir yazar.
Kalemiyle sadece Rus edebiyatına değil dünya edebiyatına da güçlü şekilde tutunuyor.


Murat Erdin




Andrey Platonov’un hayatı pek çok Rus aydınıyla benzerlik gösterir. Rejim tarafından yakından izlenen, sürülen, kitapları yasaklanan bir yazardır o. Toplumu üniformalı inşa etmeye çalışan her devletin yaptıklarına maruz kalan önemli bir Rusça kahramanıdır. 1990’lı yıllara kadar yok sayılmış olsa da bugün tüm eserleriyle nefes almayı sürdürüyor.

Andrey Platonoviç Platonov 1899’da Moskova’nın 450 km güneyinde bulunan Voronej kenti yakınlarında dünyaya geldi. Bir demiryolu işçisinin oğluydu. Rus iç savaşında Bolşeviklerin safında savaştı. Savaştan sonra elektrik mühendisliği ve tarımla kalkınan bir ülke için önemli bir görev sayılan arazi ıslahı uzmanlığı yaptı. Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında edindiği tecrübeleri ve yaşanmışlıkları öykü ve şiirlerinde görebiliriz. Bunlar 1918’den itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmaya başladı. Ancak yazdığı yazılarda rejime ve Stalin’e yönelik alaycı eleştiriler vardı ve bu durum devletin hoşuna gitmedi. Yine de yazmayı sürdürdü. 1921’de Maria Aleksandrovna ile evlendi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş muhabirliği yani gazetecilik yaptı. Savaş bittikten sonra yazılarına ağırlık veren Platonov devletin hedef tahtasındaydı. Eserleriyle komünist ideallere kuşkucu bir dille yaklaştığı ileri sürüldü. Bu arada oğlu zorunlu çalışma kampına gönderildi. Onun dönüşünü yazarak bekledi. Can adlı romanı o günlerin ürünüdür.*

Rusçası “Duşa” olan Can, hem ruh hem de köle anlamına gelir. Gogol’un Ölü Canlar‘ında olduğu gibi. Platonov çok iyi bildiği Asya steplerinde, Amuderya Nehri’nin insansız yerlerinde yaşamaya çalışıp yavaş yavaş ölen insanların kendilerine bu ismi verdiğini görmüştür. Bu isim, onlara bir zamanlar zengin beylerin taktığı bir lakaptı; çünkü can, ruh demekti. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Rus bozkırlarında korkunç bir yokluk içinde yaşayan, vahşi hayvanların kanını içerek hayatta kalabilen köylülerin ve kendi ruhlarının kölesi olmuş tüm insanların durumunu anlatan en iyi sözdür belki de.

Can, genç bir adamın, Nazar Çagatayev’in Moskova İktisat Enstitüsü’nünden mezuniyetiyle başlar. Rus asıllı değildir ve parti yönetimi kendisine ait olduğu topraklara gidip kabilesini Amuderya deltasında ölümden kurtarma görevi verir. Moskova’dan yola çıkan Çagatayev, çocukluğunun geçtiği ve artık kendisine yabancı gelen topraklara, evlere ve uzamış otlara bakar. “Her şey eski ve değişmez fakat Çağatayev’e karşı o yokken kör olmuş gibi ilgisizdi” diye yazar Platonov bu durumu anlatırken. (s. 31)

Halkını hayattan bezmiş, yaşamakla ölmek arasında kararsız ve bitkin bulur. Sarıkamış havzasının sakinleri (Hazar Denizi’nin doğusundaki havza) Amuderya ağzının sazlık ve çalılıklarına dağılmış durumdadır. Çağatayev halkını yok olmanın eşiğinden kurtarmak için doğaüstü bir çaba harcar. Rus steplerinin korkunç soğuğuyla ve vahşi hayvanlarla ve ölmeye çoktan hazırlanmış halkının hayata dair isteksizliğiyle de savaşır.

Platonov, rejim tarafından hedef tahtasına konmuş bir yazar olarak romanın bazı bölümlerinde Stalin’e selam göndermeyi unutmaz. Bunu yapmaya mecburdur. “Annesi tarafından çölde terk edildiğinde kendisini de bir çoban ve Sovyet iktidarı sahiplenmişti; yabancı bir adam, Stalin karnını doyurmuş, yaşaması için korumuştu onu” der. (s. 71)

Başka bir yerde şunu söyler: “Çağatayev’in kendisine acıdığı yoktu: Stalin hayattaydı ve tüm mutsuzları mutlu kılacaktı nasılsa, fakat Sovyetler Birliği halkları içinde yaşama ve mutluluğa en çok ihtiyaç duyan Can halkının ölecek olması kötüydü.” (s. 79)

Bu satırlarda yazarın rejime ve Stalin’e yönelik alaycı tavrı hemen dikkati çekiyor. Romanda rejimi temsil eden Nurmuhammed adlı parti görevlisinin tasvir edilişi de çarpıcıdır. Merkez Komite tarafından bölgeye gönderilmiş olmasından mutsuz ve bundan Can halkını sorumlu tutmaktadır. Yolda hayatını kaybeden yoldaşlar onu üzeceğe yerde sevindirmekte ve elindeki listeden ölüleri büyük bir keyifle düşmektedir. Asıl amacı Afganistan’a geçip kendi çiftliğini kurmak ve görevi süresince elde ettiği rüşvet ve ganimetlerle yeni bir hayata başlamaktır.

Platonov’un resmi ideolojiye yönelik iğnelemeleri bununla bitmez. Romanda başka cümlelere de rastlarız: “Çağatayev’in içi halkının komünizme ihtiyacı olmadığı fikrinin kederiyle sızladı; halkın tek istediği, rüzgar bedenini boşlukta yavaş yavaş dondurup savurana kadar kendinden geçmekti.” (s. 105)

Andrey Platonov önemli bir yazar. Kalemiyle sadece Rus edebiyatına değil dünya edebiyatına da güçlü şekilde tutunuyor. Onu 1951’deki ölümünden komünist rejim yıkılana kadar yasaklayan devlet, onun yazılarını yok etmeyi başaramadı. 1990’larda “demir perde”nin kalkmasıyla birlikte KGB’nin edebiyat arşivleri de halka açıldı ve Andrey Platonov’un eserleri bir define gibi gün yüzüne çıktı. Mutlu Moskova romanı Rusça’da ilk kez 1991 yılında basılabildi.

Dünyanın en güçlü devleti bile olsanız, edebiyatı yok edemezsiniz.

Romanda söylenen bir Orta Asya şarkısının sözleriyle bitirelim:

“Yaşlar gözlerimize dayansa da ağlamayacağız, gülümsemeyeceğiz sevinçten, derin yüreğimize erişemeyecek kimse; aydınlık günlere kavuştuğunda yüreğimiz, insanların ve cümle hayatın huzuruna kendisi çıkacak, ellerini uzatacak onlara, ki yakındır o aydınlık günler.” (s. 109)

* Andrey Platonov, Can, Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak, Metis,. 3. basım, Haziran 2015



Rusya’nın güzel, zarif ve aynı zamanda adaletin bekçisi kadın polisleri



Kaynak: Sputnik


Rusya’nın güzellikleri ve zarafetleriyle dikkat çeken polis kadınları Sputnik’e konuştu.

Omsk'tan Yekaterina Salomeyeva ailesinin öğretmen olmasını istediğini belirterek "Annem polis olmamı engellemek için sonuna kadar mücadele etti.

Ancak ben polis olmak için gizli gizli sınavlara hazırlandım" ifadelerini kullandı.

Eğitimini tamamladıktan sonra polislerin arasına katılan Salomeyeva, şimdilerde polis müdürü olarak görev yapıyor. Çocukluğunda da karate ile uğraştığını belirten Salomeyeva, bunun kendisi için büyük bir avantaj olduğunu ifade etti.

Salomeyava "Bana saldıran biri onu tek bir hareketle alt edebileceğimi beklemiyor. Aslında suçluları masum görünerek yanıltmak bazen faydalı oluyor" dedi.

Ufa'dan Alisa Selezneva, 8 yıldır polis ve çok iyi silah kullanabildiği için meslektaşları tarafından nişancı olarak anılıyor.

Müzisyen bir aileden geldiğini belirten Selezneva, kendisinin de güzel sanatlar fakültesinde öğrenim gördüğünü, bazı güzellik yarışmalarında birinci olduğunu, ancak daha sonra polis olmaya karar verdiğini söyledi.

Çocukluğundan beri polis olmak istediğini belirten Selezneva "Komiser Rex dizisinin hayranıydım. 8 yaşımdan beri üniforma girmeyi hayal ediyordum. Karmaşık işleri çözmek ve suçluları yakalamak ilgimi çekiyordu" dedi.



21 Mart 2018 Çarşamba

Rus gibi votka içmenin 10 yolu






Rusya denince ilk akla gelenlerden birinin "votka" olduğu tartışılmaz... Sevinçte de, hüzünde de, ortada bir sebep yokken de votka içmek, "geleneğin bir parçası" olarak kabul görülüyor. Gerçekten de Rusya'da votka içme kültürü çok sayıda geleneği de içinde barındırıyor.

Özellikle Rus dostlarınızın sofrasına oturduğunuzda bu "kuralları" bilmekte fayda var. İşte RBTH'nin derlemesine göre, öne çıkan 10 votka adedi.

1. Ceza (Ştraf). Rus çarı Petro'nun başlattığı geleneğe göre, eğlenceye geç kalan ceza olarak bir tek atar.

2. Birinci ve ikinci tek arasında meze yenmez. İlaveten birinci tekten sonra ara vermeden ikinci atılır.

3. Votkanın yanında yağlı mezeler tercih edilir. Böylece çabuk sarhoş olunmaz.

4. Sağlığa kadeh kaldırmak. Çar Korkunç İvan zamanında votka ile ilaç yapıldığı rivayet edilir. Ruslar bugün de sağlık ile votkayı ilişkilendirmeyi sever.

5. Yolluk (napasoşok). Misafirin eğlenceden ayrılmadan önce "yol için" bir tek atması da adettendir.

6. Boşalan şişe masaya konmaz. Napolyon Savaşları sırasında Paris'e kadar giden Kazaklar şehirde restoranlarda hesabın masadaki şişeler sayılarak hesaplandığını görünce boş şişeleri masanın altına koymayı akıl etmişler.

7. Votka üç kişi içindir (saabrazit na trayih). İki arkadaş böyle söylediğinde bir üçüncüyü içmeye davet ediyor demektir.

8. Alışverişi ıslatmak (obmıt pakupku). Biri yeni bir araba, ev, ya da benzeri bir şey aldığında arkadaşları bunu "ıslatarak" kutlamayı teklif eder.

9. İçkiyi dolduran el değiştirilmez. Sağ elle doldurulan içki şişe boşalana kadar sağ elle doldurulur, ya da tersi.

10. Votka iki kere alınır. Çünkü ilki asla yetmez. Her zaman tekrar markete gidip alışveriş yapmak gerekir.

17 Mart 2018 Cumartesi

Rusya'da her kuşağı yetiştiren 10 edebi eser... Siz okudunuz mu?




Rus edebiyatının, dünya edebiyatının temel taşlarından olduğu kuşku götürmez bir gerçek....Türkiye'deki müfredat anlayışından farklı olarak Rus eğitimciler öğrencilerin bazı eserleri okunmasını mecburi tutar. Yolu okul sıralarından geçen geleceğin yetişkinleri de bu eserleri muhakkak okur. 

İşte birbiri ardında kuşakları yetiştiren ve "olmazsa olmaz" kabul edilen, klasik Rus edebiyatından seçme 10 eser.



1. Ana Kuzusu (Nedorosl, Denis Fonvizin). 

18. yüzyılda yazılmış, ama güncelliğini hiç yitirmeyen, eğitim ve çocuk yetiştirme üzerine bir hiciv. Ana Kuzusu'nun ardından Çariçe Yekaterina'nın Fonvizin'in yeni eserler vermesine yasak getirdiğini not etmekte fayda var.

2. Akıldan Bela (Gore ot uma, Aleksandr Griboyedov). 

19. yüzyılda aydın-toplum çatışması üzerine yazılmış bu piyesin önemini vurgulamak için tarihte Türkçeye çevrilmiş ilk Rusça eser olduğunu belirtmek yeterli. 

3. Yevgeni Onegin (Aleksandr Puşkin). 

Yalnızca şiir alanında değil, tüm Rus edebiyatının da bir numaralı, yıldız eseri. Türkiye'de Rus edebiyatının önde gelen temsilcileri olarak Tolstoy ve Dostoyevki gibi düzyazı eserler veren yazarlar bilinse de bir Rusyalı için Rus edebiyatı öncelikle Puşkin ve Yevgeni Onegin demektir. Yevgeni Onegin'le ilgili yerinde bir tespit "Rus yaşamının ansiklopedisi"  olduğudur.

4. Zamanımızın Bir Kahramanı (Geroy naşevo vremeni, Mihail Lermontov). 

Kafkasya'da görev yapan Rus subayı, amaç duygusunu yitirmiş, "lüzumsuz adam" Peçorin'in kendinden sonra gelenleri etkileyen hikayesi. 

5. Ölü Canlar (Myortvıye Duşı, Nikolay Gogol). 

Toprak köleliğinin kaldırılmasından önceki Rusya'yı dört dörtlük betimleyen, ölümsüz bir mizah eseri.

6. Suç ve Ceza (Prestupleniye i nakazaniye, Fyodor Dostoyevski). 

Hakkında bir şey söylemenin gereksiz olduğu, Türkiye'de belki de en çok sevilen ve okunan Rus klasiği.

7. Savaş ve Barış (Voyna i mir, Lev Tolstoy). 

Her ne kadar sonuna kadar okumayı başaran insan sayısı azınlıkta kalsa da bu Savaş ve Barış'ın Rus klasik edebiyatının köşetaşı eserlerinden olduğu gerçeğine gölge düşürmez. Kitap Sovyetler Birliği'nde 312 baskı yapmış ve 360 milyonluk bir tiraja ulaşarak kırılması güç bir rekora imza atmıştı.

8. Kısa hikayeler (Anton Çehov). 

Rus okul çocukları öykü türünün en büyük ustalarından olan Çehov'u okumaya çok erken başlar. Örneğin küçük köpek Kaştanka'nın hikayesi her zaman severek okunur.

9. Durgun Akardı Don (Tihiy don, Mihail Şolohov). 

Arka planında Ekim Devrimi bulunan, Don Kazaklarının hikayesi. Şolohov'un 22 yaşında yazdığı roman yazara Nobel Ödülü'nün kapısını aralayan eserlerin başında geliyor.

10. İvan Denisoviç'in Bir Günü (Odin deyn İvana Denisoviça, Aleksandr Soljenitsın). 

20. yüzyıl Rusya tarihinin en karanlık sayflarından, gulag tabir edilen çalışma ve ıslah kamplarını konu edinen bir roman. Kendisinin de yolu Gulaglardan geçen Soljenitsın bu eserle üne kavuşacak ve tıpkı Şolohov gibi Nobel Edebiyat Ödülü'nü kucaklayacaktır.

Rusya seçimlerinin anatomisi



Cenk Başlamış




Rusya'da Pazar günü 100 milyonu aşkın seçmen, ülkeyi 2024 yılına kadar yönetecek devlet başkanını seçmek üzere sandık başına gidecek.

En güçlü aday Vladimir Putin'in seçimi kazanacağından hemen hemen hiç kimsenin kuşkusu bulunmuyor. Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesinin yıldönümüne denk getirilen seçimin sonucundan çok, Putin'in yeni döneminde şimdiden işaretlerini vermeye başladığı yeni dış politika çizgisi merak ediliyor.

Ama önce adaylara bakalım...

Vladimir Putin: 31 Aralık 1999 tarihinde dönemin lideri Boris Yeltsin'den devraldığı başkanlık koltuğunda-taktik icabı başbakanlık yaptığı dört yıl da hesapladığında-18 yıldır aralıksız oturuyor. Bütün kamuoyu yoklamaları Putin'in seçimi ilk turda kazanmak için gereken yüzde 50'nin çok üzerinde, yüzde 70 civarında seçmenin oyunu alarak görevini sürdüreceğini gösteriyor.

Pavel Grudinin: Anketlerin yüzde 10-14 arasında şans tanıdığı Komünist Parti'nin 58 yaşındaki iş adamı adayı. Kremlin'in, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri sözü veren Grudinin'e, Putin'e yönelik herhangi bir tehdit oluşturmayacağını düşündüğüğü için seçimlere katılmasına izin verdiğini düşünenler var.

Vladimir Jirinovski: 1991 yılından bu yana yapılan her başkanlık seçimine katılan aşırı milliyetçi liderin oy oranı yüzde 8-12 arasında gösteriliyor. Seçmenlerin çoğu tarafından "palyaço" olarak nitelenen Jirinovski, herhangi bir muhalefet yapmıyor ve her kritik konuda Kremlin'in sıkı bir destekçisi gibi davranıyor. Türkçe de bilen Jirinovski, 1970'lerde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle bir süre Bandırma'da tutuklanmıştı. "Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar" şarkısını ezbere biliyor ve karşılaştığı Türklere söylemekten büyük keyif alıyor!

Kseniya Sobçak: Şarkıcı, televizyon sunucusu, gazeteci. Oyu yüzde 2-3 civarında görünen Sobçak'ın babası, Putin'in yıllarca birlikte çalıştığı St.Petersburg Belediye Başkanı Anatoliy Sobçak. Bir zamanlar Putin'in patronu olan Sobçak'ın kızının şimdi ona rakip olması kaderin ilginç bir cilvesi.

Grigoriy Yavlinskiy: Sosyal demokrat Yabloko (elma) Partisi'nin lideri. Adaylar arasında en birikimlisi ama hiçbir şansı yok.

Sergey Baburin: Aşırı milliyetçi-komünist çizgide, uzun yıllardır siyasetin içinde.

Sergey Titov: Liberal görüşler taşıyan bir girişimci.

Maksim Suraykin: Stalin'in çizgisini savunan 39 yaşındaki komünist aday.

Yukarındaki adaylardan hiçbirinin Putin'i sandıkta zorlaması olasılığı bulunmuyor. Seçimi kazanması beklenmese de büyük kentlerde tabanı oluşmaya başlayan muhalefet lideri Aleksey Navalnıy'ın aday olmasına izin verilmedi. Yolsuzluklara savaş açarak adını duyuran Navalnıy, ironic şekilde, yolsuzlukla ilgili bir dava nedeniyle aday olamadı. Kremlin'in hem Putin adına riski sıfırlamak hem de adının daha çok duyulmasını önlemek için Navanıy'ın adaylığını  engellediği düşünülüyor.

Putin'in halkın gözünde "alternatifsiz" olmasının nedeni, Yeltsin döneminde dağılmanın eşiğine gelen Rusya'yı yeniden ayağa kaldırması ve yeniden uluslararası bir güç olarak sahneye çıkmasını sağlaması.

Son haftalardaki açıklamalarına bakıldığında, Putin ve ekibinin yeni dönemde Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerde gerginliğin tehlikeli şekilde artması olasılığına hazırlandığı görülüyor. Rusya lideri 1 Mart'ta, dünyanın herhangi bir köşesine ulaşabilecek ve hiçbir savunma sistemi tarafından engellenemeyecek yeni bir füze geliştirdiklerini açıkladı. Bu açıklama, 18 Mart öncesi seçmenlere yönelik propaganda amaçlı bir mesajdan çok Batı'yı hedef alan bir uyarıya benziyor. Bunun anlamı ise, Rusya'nın yeni dönemde Batı ile ilişkilerinin şimdikinden çok daha gerginleşeceği bir döneme girileceği beklentisi içinde olması ve hazırlık yapmaya başlaması. Rusya ile İngiltere arasındaki son gerilim, Kremlin'in yakın gelecek tahminlerinin çok da temelsiz olmadığını kanıtlıyor.